Bugünlerle kalemi eline alan, televizyonlarda ağzını açan herkes lafa aynı cümleyle başlıyor: “Yolsuzluklara sonuna kadar karşıyız. Bunların üzerine gidilmesi elbette gerekir, bu konuda tartışma yok. Ama meşru iktidara karşı yapılan operasyonu da görelim.”
Amenna, böyle yapalım. Üzerinde anlaşmamız gereken platform bu. Zaten şu anda ülke nüfusunun çok büyük bir çoğunluğu da (sokaktaki vatandaş diyelim isterseniz) bunun yapılmasını istiyor.
Ama “sonuna kadar karşıyız” demekle iş bitmiyor. Bunu söyleyenler, özellikle de medyadaki arkadaşlarımız, operasyonun yürütülüş biçimini hiçbir şekilde sorgulamıyorlarsa, hiçbir şekilde denetlemiyorlarsa, soruşturmanın önünü tıkayabilecek kimi tedbirler sanki hiç alınmıyormuş gibi davranıyorlarsa, “sonuna kadar gidilmeli” lafı göstermelik bir laftan başka nedir ki? İşler böyle giderse, “sonuna kadar” gidilemeyeceği besbelli değil midir?
Yanlış işler yapılırken neden susuyorsunuz?
Hükümetin operasyonun patlak verdiği andan bu yana aldığı kararlara ve tutumuna baktığımızda ne görüyoruz?
Olayın patlak vermesinin üzerinden bir hafta geçti ve şaibe altındaki bakanlar hâlâ görevlerinin başında. Hükümet kanadından günlerdir, “istifalar ya Pakistan öncesinde açıklanacak ya Pakistan dönüşünde açıklanacak” gibi laflar duyuyoruz.
Ama iktidarı destekleyen isimlerden bir Allah’ın kulu da çıkıp “Çok geç kaldınız” diye isyan etmiyor. Operasyonu yürüten emniyet teşkilatının başındaki bakanın, hele de çocuğu zan altındayken bir haftadır o koltukta oturmaya devam etmesinin, üstüne üstlük emniyet teşkilatında büyük çapta tasfiyeler yapmasının skandal olduğunu yazmıyor, söylemiyor.
Şimdi bu meslektaşlarıma soruyorum: “Sonuna kadar gitmeyi” savunuyorsanız bu tabloya isyan etmeniz gerekmez mi?
Bir başka mide bulandıran gelişme ise, İçişleri ve Adalet bakanlıklarının Adli Kolluk Yönetmeliği’nde yaptıkları değişiklik… Değişiklik, soruşturma belge ve bilgilerini mülki amirlerle paylaşma mecburiyeti getiriyor ve mülki amirler de bildiğimiz gibi yürütmenin bir parçası. Dolayısıyla, bu değişiklikten sonra, savcıların yürütmenin bilgisi dışında soruşturma yapması imkansız. Bu demektir ki bundan böyle hiçbir bakan ya da yüksek bürokrat hakkında gizli soruşturma yürütülmesinin güvencesi yok.
Şimdi “Elbette biz de bu operasyonun sonuna kadar gitmesini savunuyoruz” diyenlere soruyorum: İşler böyle yürürse nasıl olacak da sonuna kadar gidilecek? Bu değişiklik, sizin güçler ayrılığı anlayışınıza, yargının bağımsızlığı ilkesine uyuyor mu? Soruşturmanın gizliliğini güvence altına alan bütün o yasalarla çelişmiyor mu?
Takım amigoları gibi değil, tarafsız hakemler gibi
Cemaat medyasında olup da, bu operasyonun ikili karakterine dikkat çeken, bunun siyasi iktidara karşı bir operasyon olduğunu söyleyen kalemleri örnek gösteriyorsunuz ama kendiniz, bulunduğunuz medya grubunun editoryal politikasının zerrece dışına çıkmadan, varsa yoksa“Elbette yolsuzluğa karşıyız” deklarasyonları dışında bir şey yapmıyorsunuz.
Gerçekten fikri hür, vicdanı hür gazeteciler gibi davranacaksak, lise münazara takımları gibi ikiye ayrılıp, “bize düşen” tezi kayıtsız şartsız savunarak olmaz bu iş… Bizler bu krizde tarafsız hakemler gibi değil, takım amigoları gibi davranırsak mesleğimize ihanet etmiş oluruz.
Üstelik böyle bir tutumun desteklediğimiz tarafa da bir faydası olmaz. AK Parti Hükümeti’nin bu saldırıdan en hafif yarayla kurtulabilmesinin tek yolu kamuoyunu bu soruşturmanın önünü hiçbir şekilde engellemediğine ikna etmesidir. Ayrıca, kendi içindeki kirliliği temizlemekten asla gocunmadığını ortaya koymasıdır.
Tersi algıyı yaratan her icraat döner gelir kendisini vurur ve sözü edilen o uluslararası operasyoncuların elini güçlendirir. Bu gerçeği hükümete hasımlarından önce dostlarının söylemesi gerekmez mi?
Bu yazı Bugün Gazetesi’nde yayınlanmıştır.