Bazı çevreler “bizim aile yapımıza uygun değil” demiş, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı da bir yönetmelik değişikliği ile stüdyo dairelerin yapımını yasaklamış.
Yani bundan böyle tek başına yaşayan bir kişiyseniz ve bir kenarında küçük bir açık mutfak olan, bir kenarında da paravanla ayıracağınız yatak bölümü olan 20-25 metrekarelik tek salondan oluşan bir ev bana yeter diyorsanız, böyle ev bulamayacaksınız.
Koca bakanlık, yememiş içmemiş, oturmuş oturma odasının, yatak odasının kaç metrekare olacağına karar vermiş.
Bundan böyle inşa edilecek en küçük dairede oturma odası en az 12, yatak odası 8, mutfak 3.3, banyo 3 ve tuvalet 1.2 metrekare olacakmış; bir dairenin toplamda 27 metrekareden daha küçük olması da yasakmış. Yatak odası oturma odasının bir nişi (girintisi) olsa bile en az 8 metrekare olacak, yani arada kapı olmasa bile ayrı bir oda yapılması zorunlu olacakmış.
Habertürk’te Rahime Ak’ın haberinde sözü edilen bu bazı çevrelerin kim olduğunu bilmiyorum. Ama şu “bizim aile yapımız” lafını çok sık işitiyorum ve her işittiğimde de büyük bir tepki duyuyorum.
Bir kere, ne demek “bizim aile yapımız?”
Sanki Türkiye’de tek bir aile yapısı var; herkes bir örnek ailelerde yaşıyor ya da o “bazı çevreler”, kendi aile yapılarının bütün Türkiye’nin aile yapısı olarak sayılmasını istiyor.
Paşa gönlüm 25 metrekarelik daire istiyor
Oysa Bakanlık, stüdyo daire yapımını yasaklamadan önce Türkiye İstatistik Kurumu’nun hane halkı araştırmalarına şöyle bir göz atsa, “bizim aile yapımız” diye bir şey olmadığını görecekti.
Bakın ne gösteriyor 2011 yılı istatistikleri:
Ülkemizde hane halklarının yüzde 7,9’unu tek kişilik haneler, yüzde 7,8’ini tek ebeveynli haneler, yüzde 55,1’ini çocuklu çiftlerden oluşan haneler, yüzde 14,9’unu çocuksuz çiftlerden oluşan haneler ve yüzde 14,4’ünü üç kuşağı içeren geniş haneler oluşturuyor.
Yani, anne baba ve çocuklardan oluşan tipik çekirdek aileler toplam nüfusun sadece yüzde 55’ini oluşturuyor. Geri kalan yüzde 45 farklı aile tipleri içinde yaşıyor. Bu yüzde 45 içinde yer alan yalnız yaşayanlar (yüzde 7.9) tek ebeveynle yaşayanlar (yüzde 7.8) ve çocuksuz çiftler (14.9) toplam nüfusun yüzde 30’u gibi önemli bir kısmını oluşturuyor ki, bu kesime aynı zamanda stüdyo tipi evlerin potansiyel müşterileri diyebiliriz.
Peki o zaman, Bakanlık nüfusun üçte birinin ihtiyaç duyabileceği bir konut tipini yasaklama hakkını nereden alıyor? Yatak odamızın, salonumuzun, mutfağımızın büyüklüğünü belirlemek Bakanlık’a mı düştü? Benim paşa gönlüm 25 metrekarelik bir daire istiyorsa sana ne! Aile üyeleri salonda karşılıklı somyalarda mı yatacak yoksa ayrı yatak odası mı olacak, kararını vermek Bakanlık’ın işi mi?
Neden bırakmıyor konut tiplerini, büyüklüklerini emlak piyasası belirlesin?.. Stüdyo tipi daireler eğer alıcı ya da kiracı bulamazsa, piyasa bunları zaten üretmez ya da ne kadar talep varsa o kadar üretir. 27 metrekareden küçük evler, alıcılara çok küçük gelirse zaten elde kalır, satılamaz. Devlete ne oluyor? Neden burnunu her işe sokuyor?
Daha az yönetilmek
Alt tarafı bir ev tipi diyebilirsiniz… Sakın küçümsemeyin. İnanın ki devletin üstüne vazife olmayan işlere burnunu sokması rejimin en temel sorunlarının başında geliyor.
Evet, doğrudur, Türkiye’de seçilmişlerin yönetme hakkı o kadar çok ihlal edildi, o kadar budandı ve kuşa döndürüldü ki, bürokrasinin müdahalelerine karşı sandıktan çıkanın yönetme hakkını savunmak her zaman en acil görev haline geldi.
Ama unutmayalım ki, seçilmişlerin alanını bürokrasinin aleyhine genişletmek bir hedefse, yönetilenlerin alanını seçilmişlerin aleyhine genişletmek de onun kadar önemli bir hedeftir.
Özellikle, farklılıklarımızla bir arada yaşayabilmek için, mutlaka ama mutlaka daha az yönetilmeliyiz. Homojen bir kitle olmaktan çıkmış, kendi içindeki farklılıkların, çeşitliliklerin farkına varmış, bireyselleşmenin ileri düzeylerde yaşandığı toplumlarda huzurun ve istikrarın anahtarı daha az yönetilmek, daha az ortak karar, daha çok bireysel karardır; devletin mümkün olduğu kadar küçülmesi, bireysel alanın mümkün olduğu kadar genişlemesidir. Böylece farklılıklar çatışma noktaları olmaktan çıkar.
Kısacası, eğer daha az yönetilirsek, yasama meclisimiz daha az şeyi yasa konusu yapar, daha az yönetmelik çıkarır, hükümetlerimiz hayatlarımızın iplerini daha çok bize bırakırsa, kimse “bizim aile yapımız” gibi laflar etmezse, daha az çatışma yaşar, daha kolay bir arada yaşayabiliriz.
Bu yazı Bugün Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.