Yine başladılar işte.
Tıpkı tezkere günlerindeki gibi, Irak işgalindeki gibi, “one minute” olayındaki gibi ya da tıpkı İsrail’in Gazze saldırısına Erdoğan’ın son derece sert tepki verdiği zaman yaptıkları gibi…
Dış politika ufukları “kazanan ata oynamaktan” ibaret olanlar Türkiye’nin onurlu bir tutumla mazlumun yanında saf tuttuğu her durumda yaptıkları gibi, yine başladılar.
Türkiye Mısır politikasında yalnız kalmış!
Erdoğan Türk Modeli için yük haline gelmiş!
Erdoğan AK Parti’yi Müslüman Kardeşler’le özdeşleştirmiş…
Kimileri yüksek sesle söylemeye utandıklarını küçük solcu gazetelerinin sayfa diplerinde utangaç utangaç söylüyor: “Mısır ve Ortadoğu uzmanları Türkiye’nin Mısır politikasını sert eleştirdi.”
Kimmiş bu uzmanlar? Kahire merkezli bir stratejik Çalışmalar direktörü ve California Üniversitesi öğretim üyesi bilmem kim… Mısır’da yaşananlar İslamcılara karşı girişilmiş bir katliam değilmiş. Suudi Arabistan’ın Mısır Ordusu’nun yanında olması da bunun kanıtıymış! Böyle söylüyor California’daki uzman.
Bir başka “uzman” da Erdoğan’ın Mısır’da Müslüman Kardeşler’e bu kadar sahip çıkmakla, AK Parti’yi Müslüman Kardeşler’le özdeşleştirdiğini ve böylece Türk Modeli’ni mahvettiğini buyuruyor. Bu arada Rusya’nın sesi de Mısır politikasıyla ilgili aynı minvalde değerlendirmeler yapıyor.
Tabii bu değerlendirmeleri okuyunca insan şunu merak ediyor: Acaba bu uzmanlar “Türk Modeli”nden ne anlıyorlardı ki, şimdi mahvolduğunu düşünüyorlar? Batı’nın İslamofobiasını paylaşan bir Türk Modeli mi? “İslamik” damgası yememek ve Müslüman Kardeşler’le “özdeş” görünmemek uğruna darbeye darbe, katliama katliam diyemeyen bir Türk Modeli mi?
Bu modelin neresi yeni ki? Bu model zaten AK Parti öncesinin modeli değil mi?
Yalnızlıktan daha kötüsü
Bir zamanlar tezkere çıkmazsa Türkiye’nin sonu olur zannetmişlerdi. ABD Irak’ı biz destek olsak da olmasak da işgal edecekti nasıl olsa; buna kararlıydı. O halde biz de önleyemeyeceğimiz bu durumdan faydalanmaya çalışmalı, işgal sonrası Irak’ın yeniden şekilleneceği “masada” yerimizi almalıydık.
Peki ya işgalciye yataklık etmenin utancı ne olacaktı? Bu soru dış politika perspektiflerinin ufku dışındaydı.
Tabii, işler böyle sonuçlanmadı. ABD, Irak işgalini yüzüne gözüne bulaştırıp Ortadoğu’dan büyük bir hezimetle ayrıldı. Ama Türkiye, işgalcilerin topraklarından geçişine izin vermeyen ülke olarak dünya çapında prestij kazandı.
“One minute” olayındaki, Gazze saldırısı sırasındaki tutumları da farklı değildi. Tamam, Filistin davasını destekliyorduk; ama İsrail’e bu kadar sert karşı çıkmanın, Batı’yla ilişkileri riske atmanın da alemi yoktu. Ateşli bir avukat gibi davranmak yerine biraz daha mülayim gidemez miydik? Böyle davranmakla Ortadoğu’daki “arabulucu ülke olma” pozisyonumuzu da tehlikeye sokuyorduk… Özür olayından sonra ise bu analizlerini nereye sokacaklarını bilemediler.
Dikkat edilirse, ilkeler hep kısa vadeli “pozisyon” hesaplarına kurban ediliyor; hep yalnız kalmaktan söz ediliyor, yalnız kalmamak uğruna oportünist politikalar öneriliyordu.
Göremedikleri şeyse şuydu: Yalnız kalmak elbette istenen bir şey değildir. Ama bazen öyle tarihi anlar olur ki, ahlaksız bir ittifak içinde yer almaktansa yalnız kalmak bin kere iyidir. Ayrıca bu, geçici bir yalnızlıktır. Eğer tarihi olarak haklı olanın yanında duruyorsanız, uzun vadede kazançlı da çıkarsınız.
Sorgulanan demokrasi değil, Batı’nın antidemokrasisi
Hükümetin Mısır konusunda takındığı ilkeli tutum; tek başına bile kalsa “vicdanının sesi” olmaktan vazgeçmemesi, eleştiri konusu değil, gurur kaynağı olmalı hepimiz için. Ayrıca, bu olay vesilesiyle ABD’nin ve Avrupa’nın yönetici elitlerinin içine düştükleri çifte standardın teşhir edilmesi de ayrı bir demokrasi görevi.
Ne var ki, bunu yaparken, bir hataya düşmemek gerekiyor:
Başbakan Erdoğan birkaç gün önce bir konuşmasında “Böyle giderse demokrasi tüm dünyada sorgulanır ve bu Türkiye için de geçerlidir” dedi.
Bu söz tehlikeli olduğu kadar yanlıştır da.
Zira, şu anda Mısır olayı dolayısıyla sorguladığımız şey demokrasinin kendisi değil, Batı’nın yeteri kadar demokrat olamayışıdır. Kusur, bir sistem olarak demokrasinin değil, “sıkıştıklarını” hissettikleri anda demokrasinin temel ilkelerini rafa kaldıran kusurlu demokratlarındır. Ve belki de zaman artık demokrasi kavramının, yüzyıllardır “demokrasiyi beceremezler” diye küçümsenen halklar eliyle geliştirileceği, derinleştirileceği ve çifte standartlarından kurtarılacağı bir zamandır.
Tersi, yani Türkiye ve Ortadoğu halklarının Mısır tecrübesinden demokrasiye olan inançlarını kaybederek çıkması ise, dünya için gerçek bir felaket olur.
Bu yazı Bugün Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.