İki hafta kadar önce Amerikalı düşünce kuruluşu Liberty Fund tarafından düzenlenen bir konferans için İngiltere’deydim. Bir tür “liberaller buluşması” niteliğindeki toplantıdaki konulardan biri de “Batı ve İslam” idi.
Konuşmacılardan biri, Batı’daki özgürlüklerin “radikal İslam” tarafından tehdit edildiğini öne sürdü. Batı’ya göçmüş olan Müslümanların kendi değerlerini herkese dayatmak istediklerini, terörizmin de bunun bir yöntemi olarak işlediğini savundu. Özetle, “Batı, İslam’dan gelen bir saldırı altında hissediyor kendini” dedi.
Bunun üzerine ben sözü alıp şuna benzer bir şeyler dedim:
“Ben de İslam dünyasından geliyorum ve oradaki algı bunun tam zıttı. Yani Müslümanlar, Batı’ya karşı bir saldırı halinde olduklarını değil, tam tersine Batı’nın saldırısı altında olduklarını düşünüyorlar. İşgal edilen ülkeler, bombalanan topraklar, İslam’a yapılan hakaretler de bunun en açık kanıtları sayılıyor.”
Sanırım şu günlerde süregiden “film krizi” de bu iki zıt perspektiften okunuyor.
Biz Müslümanlar, “Batı’dan gelen hayasız akınlara bir tanesi daha eklendi, alenen Resullah’a küfretmeye cüret etti utanmazlar” diye düşünüyoruz.
Batı’da ise, “basit bir filmi bahane ederek yine bize saldırdılar, diplomatlarımızı öldürdüler” gibi yorumlar yankılanıyor.
Bunu diyen Batılı şahinler, Obama’nın Müslüman dünyaya yönelik “açılım” politikalarının işe yaramadığını, tam tersine “zaaf” gibi gözükerek “İslamcıları cesaretlendirdiğini” de savunuyor genellikle. (Yani biraz bizde “Kürt açılımı”na ve “Oslo görüşmesi”ne karşı çıkanların, “PKK işte bunlar yüzünden şımardı, cesaretlendi” demesi gibi.)
Fanatikler ve ılımlılar
Bana sorarsanız, karşımızdaki gerçek tablo ise şu:
Birbirlerine diş bileyen yekpare bir “Batı dünyası” ve “İslam dünyası” yok. Her iki medeniyetin içinde de “olay çıkarmaya” meyilli radikaller var.
ABD’deki Hıristiyan aşırı sağcılar ve fanatik Siyonistler, yahut Avrupa’daki iflah olmaz din düşmanları gibi…
Müslüman dünyaya karşı saldırgan politikaları savunanlar, ya da İslam’a karşı hakaretler savuranlar, genelde bunlar. Bunların işlerine en çok yarayan kadro ise, Ayan Hirsi Ali filan gibi “ben eskiden Müslümandım, çıktım kurtuldum” diye ortada gezip kendilerini pazarlayan “sabık Müslümanlar.”
Bizim coğrafyada ise, Libya’daki ABD konsolosluğunu roketle vuran militan Selefiler gibi, gayr-ı İslami buldukları her şeyi yok etmeye meyilli fanatikler var.
Ve bu iki dünyanın fanatikleri, karşılıklı eylemlerle birbirlerini besliyorlar. Dahası kendi dünyalarındaki ılımlıları da gaflet, dalalet ve hatta hıyanetle suçlayıp susturmaya çalışıyorlar.
“Ilımlı” kelimesinin Türkiye’de dahi ne kadar kirli bir kavrama dönüştürüldüğünü hatırlayalım.
Türkiye nerede?
Halbuki Türkiye, Batı ve İslam arasında giderek yükselen bu gerilimin ateşini düşürmek, diyalog ve anlayış köprüleri kurmak için kaftanla biçilmiş bir ülke.
Sadece devleti ve siyasetiyle değil, sivil toplumuyla, entelektüelleriyle, medyasıyla…
Ancak buradaki potansiyelin açığa çıkması için, bizim toplumda halen çok etkili olan iki zihinsel prangadan kurtulmamız lazım.
Bunlardan ilki, “bizim İslam dünyasıyla ne alakamız var ki, biz laik ve çağdaşız” diyen Kemalist ezberdir. (Şu aralar “Suriye’de ne işimiz var” söylemiyle ve Suriyeli mültecilere karşı düşmanlıkla da temayüz etmektedir.)
Diğer zihinsel pranga ise, “bizim Batı’yla ne ilgimiz ki var ki, biz sadece ümmetin parçasıyız” diyen eski model İslamcı ezberdir.
Oysa tam da ümmetin ihtiyacı var, Batı’ya ve tüm dünyaya açılan, hitap eden Müslümanlara…
Star, 19.09.2012