Suriye’den bir Kürt sorunu çıkması elbette şaşırtıcı değil. Taşlar yerinden oynayınca ‘demografi’ yeni yapılanmanın ‘doğal’ bir öğesi olarak yüzeye çıkıyor.
Olmayan bir şeyin icadı değil karşılaştığımız; bastırılmış insanların görece özgür bir ortamda seslerinin duyulur, kendilerinin görünür hale gelmesi. Aslında derin sosyolojik gerçekliğin siyasal mühendislik girişimlerine galebe çalması durumudur bu. Laikçi politikalar karşısında dindarların direnişleri neyse, inkâr ve asimilasyon politikalarına karşı Kürt kimliğinin varlık mücadelesi de odur.
Devlet eliyle ‘yeni toplum’ yaratma politikalarının ne kadar başarılı olabileceğini bu iki ‘alternatif kimlik’ hareketinin bugün geldiği noktaya bakarak anlayabiliriz. Laikçi toplum mühendisliğiyle baskılanan, dışlanan ve biata zorlanan dini kimlikler bugün hem toplumsal olarak yaygın hem de siyasal olarak son derece etkinler. Cemaat ve tarikatların dışında bu ülkeyi on yıldır yöneten parti İslamcı bir hareketin ‘evrim’ geçirmiş hali. Kürtler de son yüzyıllık tarihlerinin en güçlü oldukları evrelerindeler. Bir yandan AK Parti üzerinden iktidara ortaklar, öte yandan da muhalefetin en sert çekirdeğini oluşturuyorlar. Üstelik yelpazedeki iki kesim de Kürt kimliğinin varlığı, hakları ve temel talepleri konusunda birbirlerinden fazlaca farklılaşmıyorlar. Çıkarılacak sonuç şu; sosyolojik kimlikler zorlayıcı devlet politikalarıyla ortadan kaldırılamaz. Kimlikler elbette değişir, ama onları değiştiren yine kendi toplumsal, ekonomik ve siyasal iç dinamikleridir.
Cumhuriyetçi-Kemalist toplum mühendisliğine maruz kalmış, ancak bütün devlet gücünü arkasına alarak kendini dönüştürmek isteyen güçleri yenmiş bir grubun temsilcilerinin iktidarda olduğu bir dönemden geçiyoruz. Bunlardan da diğer kimliklere yönelik toplum mühendisliği kokan geleneksel devlet refleksi göstermemelerini bekliyor insanlar. Kendilerine karşı başarılı olamayan bir modelin başkaları üzerinde başarılı olacağını düşünmeleri saçma. Ama düşünüyor da olabilirler kendilerini ‘özel’, mücadelelerini ‘eşsiz’ görüyorlarsa. Kürt kimliği konusunda mevcut devlet yaklaşımının ‘inkâr ve asimilasyon’ noktasında olmadığı aşikâr. ‘İnkâr’dan ‘tanıma’ aşamasına geldiğimiz iddiasındayız. Ancak ‘tanınma’, bir etnisitenin varlığını kabul etmek, dilini, tarihini bilmek demek değil; varlıklarına içkin taleplerini karşılamak. Bizim, Kürtlerin varlığını ‘tanıma’ anlayışımız, ‘tamam, kabul ettik varsınız’ noktasında. Kimlikler sadece bununla yetinmezler; tanınma daha fazlasını öngörür. Mesele, Türkiye’nin buna hazır olup olmadığı. Bence bunu kolaylaştırmanın yollarından birisi dindar-muhafazakârların kendi tecrübeleri üzerinde düşünmeleri ve kendi tecrübelerinden Kürt kimliğine ilişkin de sonuçlar çıkarmaları.
Bunu yaptıklarında ‘Kürtlerin kazanımları Türkler için tehdittir, tehlikedir’ söylemini sürdüremeyecekler. Daha düne kadar birileri de onları ‘tehdit ve tehlike’ olarak niteliyor, dindarların İran, Suudi Arabistan, Hizbullah gibi ‘dış bağlantılarından’ tehlikeler üretiliyor, serbest bırakılan dindarların ‘dış bağlantılarıyla’ rejimi devirecekleri anlatılıyordu. Bütün bunlar da önce kurgulanan ‘dil’le başlıyordu. Şimdi Kürtlere yönelik ‘dil’i dönüştürmek gerekiyor öncelikle. Örneğin Suriye krizinde Kürt boyutu ortaya çıktıktan sonra konuştuğumuz ‘dil’e bakın. Devlet erkânından haberlere ve köşe yazarlarına çok büyük bir çoğunluk, açık veya örtülü bir biçimde ‘Kürtler için iyi olan Türkiye için kötüdür’ önkabulüne göre konuşuyor.
Karar vermemiz gereken durum şu; Kürtler bu ülkenin ‘biz tasavvuru’nun içindeler mi, yoksa dışındaki ötekiler mi? Yerleşik, kullanılan ‘dil’e baktığımızda onları basbayağı ‘dışımızdakiler-ötekiler’ olarak gördüğümüz ortada. Üstelik bizim Kürtlerden de kendileri ve güneydeki akrabaları konusunda aynı dili kullanmalarını istiyoruz. Bu mümkün mü? Kürtlerin başına gelen ‘iyi şeyleri’ bizim felaketimiz olarak görmekten vazgeçmedikçe onları ‘biz’e katamayız. Kürtler bir şeyler kazandığında ‘eyvah biz şimdi ne yapacağız’ paniği yaşıyorsak bu durumda ‘bizim Kürtler’in bize karşı ne düşünmelerini ve nasıl davranmalarını bekliyoruz, kendilerini ‘yabancı’ görmekten başka. Hem bu ülkede hem de bölgede Kürtlerle birlikte yaşıyoruz. Hakikaten ‘tek millet’sek onları nasıl tehdit olarak görürüz, geride kalan vesayet rejiminin devletlûları gibi?
Zaman, 31.07.2012