8 Şubat sürecinde Türkiye’de genel olarak dindarlara ve özel olarak da başörtülülere yönelik büyük bir zulüm politikası uygulandı. Başörtüsü, Cumhuriyet’in makbul vatandaş projesinin iflasını görünür kıldığından başörtülü kadınlar katmerli bir eziyete maruz kaldılar. Başörtülüler -neredeyse- vebalı muamelesine tabi tutuldular, üniversitelere giremediler, sokak ortalarında başlarını açmaya zorlandılar. “Rejimin kara kafalı düşmanları” olarak mimlendiler. İçinde bulundukları utanç batağını göremeyen ama kendisinde “çağdaşlık” ve “aydınlık” vehmeden bazı tipler, başörtülüleri irticacı ruhlarından (!) arındırmak için “ikna odaları”na soktular. Milletin başına tebelleş olmuş bazıları ise Suudi Arabistan’ı adres gösterdi onlara. Hakaretin bini bir paraydı.
Çok şükür, bu cehennemî günlerde değiliz artık. Başörtülüler, hiç değilse, üniversitelere girebiliyorlar. Gerçi birkaç üniversitede halen bazı sınırlayıcı uygulamalar devam etse de, genel olarak üniversitelerde bu sorun aşılmış gibi gözüküyor. Ancak gerek üniversitelerdeki bu rahatlamadan ve gerekse AKP’nin iktidar makamında oturmasından olsa gerek, başörtülülerin dertleri bitmiş gibi bir hava var etrafta. Böyle bir havanın yaratılmasında, hükümete yakın grupların -hükümete zarar verir endişesiyle- bu konuyu gündeme taşımalarından uzak durmalarının önemli bir payının olduğunu kayda geçirmek gerek.
Oysa başörtülülerin sorunları can ağrıtmaya devam ediyor; hem özel sektörde hem de kamu sektöründe başörtülülerin dertleri sürüyor. Geçenlerde başörtülü genç bir avukatın öyküsünü okudum Pınar Öğünç’ün köşesinde. (Radikal, 07 Mayıs 2012) Esra Soylu, Elazığ’da yaşıyor. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okumuş. Fakültede, zorla baş açtırılmanın acısı ona da tattırılmış. Nihayet bitirmiş okulunu ve avukatlık stajını yapmaya başlamış. Staj esnasında, duruşmalara başını açarak giriyormuş ve çünkü başörtülü bir şekilde staj yapan arkadaşlarının stajının yandığını görmüş. Stajını tamamlamış, sıra avukatlık ruhsatını almaya gelmiş. Baro başkanına danışmış; “Başımı açarak yemin etmek istemiyorum ama eğer sizin için bir güçlük olacaksa” derken baro başkanı başörtülü bir şekilde yemin edebileceğini söylemiş. Esra Soylu, başörtüsüyle etmiş yemini ve avukatlık ruhsatını almış.
Ne var ki sorun burada bitmiyor. Baro ruhsatını vermiş ama bu, Avukat Soylu’nun mesleğini yapabileceği anlamına gelmiyor. Zira Türkiye Barolar Birliği’nin (TBB) Meslek Kuralları Yönetmeliği’nin 20. maddesi, “avukatların başları açık olarak mahkemede görev yapacaklarını” belirtiyor. Gerçi bir yönetmelik hükmüyle, temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması hukuken mümkün değil ama fiiliyatta bu yönetmelik gerekçe gösterilerek kadın başörtülü avukatların mahkeme salonlarına girmeleri engelleniyor.
Şimdi; avukatlık görevini başı açık yapmakta herhangi bir hikmet olduğunu veya başı örtülü olmanın bir avukatlık görevini yerine getirmede bir eksikliğe tekabül ettiğini zannetmiyorum. Ama her nedense TBB, meslek kuralları yönetmeliğini değiştirmiyor ve dolayısıyla başörtülü bir kadın bu memlekette serbest avukatlık dahi yapamıyor.
Başörtüsü Sorunu Meslekler Arasına İstinalar Konularak Çözülemez
Devlete gelince durum orada daha vahim. Başörtülü kadınları –başı açıklar gibi- “normal” ve “hak sahibi” bir vatandaş olarak görmeyen devlet, onların kamu kuruluşlarında çalışmalarına izin vermiyor. Parlamento’da bir kadın milletvekili bulunmuyor. Yani başörtüsünden dolayı kadınların mağduriyeti devam ediyor.
Böylesi bir mağduriyet karşısında yapılması gereken, başörtüsünden kaynaklı ayrımcılığa kategorik olarak karşı çıkmak ve hakları anayasal-yasal güvence altına almaktır. Gelin görün ki, siyasî partiler bu anlayışın uzağındalar. AKP Kadın Kolları’nın bir çalışmasına bakın mesela. AKP Kadın Kolları, “Kadın Bakış Açısıyla Yeni-Sivil Anayasa” başlıklı bir çalıştay düzenlemiş ve çalıştayın sonuç raporunu yeni anayasa sürecine katkı sağlaması amacıyla Meclis Başkanlığı’na sunmuş. (Radikal, 04 Mayıs 2012) Raporda öne çıkan üç unsur var: Birincisi, AKP’li kadınlar, öncelikle yeni anayasanın merkezinde “insan hakları” düşüncesinin yer alması ve mevcut sorunların da insan hakları ekseninde çözülmesi gerektiğini belirtmişler. İkincisi, AKP’li kadınlar, özgürlüklerin net ifadelerle tanımlanmasını istemişler ve özgürlüklerin “ama, lakin, fakat, ancak” vb. gibi ifadelerle düğümlenmesinin yanlışlığını vurgulamışlar. Üçüncüsü, AKP’li kadınlar, laikliğin de din ve vicdan özgürlüğünü esas alacak şekilde tanımlanmasını istemişler.
Güzel tespitler bunlar. Lakin başörtüsü sorununda AKP’li kadınlar, bu tespitlerine ters düşen bir öneri sunmuşlar. Başörtüsünün “mağduriyet alanı” olmaktan çıkartılmasını isteyen AK Partili kadınların önerisi şöyle: “Yeni anayasada kadınların kamu görevlerini yerine getirmesi konusunda erkeklerle eşit haklara sahip olduğu, başörtüsü, dinî ve siyasî simgelerin burada problem teşkil etmemesi yönünde bir hüküm yer almalıdır. Bu konuda yargıçlık, öğretmenlik, emniyet görevlisi gibi meslekler istisna tutularak tartışmalar aşılabilir.”
Yani AKP’li kadınlar ancak “istisnai bir eşitlik” öneriyor; eğitim, yargı ve emniyet alanlarında başörtülü kadınların çalışmasının önüne set çekiyor. Gerçekten çok merak ediyorum; acaba sözü edilen mesleklerin sadece başı açık kadınlar tarafından yapılmasını zorunlu kılan ne gibi bir sebep vardır? Veya tersinden sorayım: Bu mesleklerin başörtülülerce yerine getirilmemesini gerektiren nedir? Acaba AKP’li kadınlar bu önerilerini üretirken hangi gerekçeye dayanıyorlar? Hangi ahlakî ve hukukî değerleri/ilkeleri rehber ediniyorlar? Böyle bir ahlakî ve hukukî ilke/değer var mıdır? Varsa, bu nedir? Eğer yoksa, bu takdirde başörtülüleri haklarından mahrum etmeyi nasıl açıklayabiliyorlar? Hadi, geçtim bunlardan, kendi kendileriyle derin bir çelişkiye düştüklerini de mi fark edemiyorlar? Bir yandan “Sorunları insan hakları merkezli ele alalım”, “Özgürlüklerde net olalım, “ama’larla özgürlük kullanımını engellemeyelim” veya “laikliği, din ve vicdan özgürlüğü temelinde tanımlayalım” derken, diğer yandan eğitim, yargı ve emniyet sahalarına başörtülülerin girmesini yasaklamanın birbiriyle bağdaşmazlığını göremiyorlar mı?
Bu öneri, hem yasak savunucuların zihniyetini yansıtıyor ve başörtüsü zulmünün sürdürülmesine yeşil ışık yakıyor. Başörtüsü sorunu, böyle meslekler arasına istisna konularak çözülmez, burada ilkesel bir eşitliği tesis etmek lazımdır. Kamuda istihdam edileceklerden iki ilkeye uygun davranmaları talep edilir: Biri, liyakattir. Kamuda çalışabilmek için herkese uygulanacak birtakım şartlar/kıstaslar belirlenir. Bu şartları/kıstasları karşılayanlar –aralarında bir ayrım gözetilmeksizin- kamu görevlisi olur. Diğeri ise tarafsızlıktır. Kamu çalışanı, görevini ifa ederken muhatap olduğu insanlara eşit davranmalı, görevini tam bir tarafsızlıkla yerine getirmelidir. Tarafsızlığı belirleyen ise baştaki örtü veya eteğin boyu değil, görevlinin hizmeti yaparken gösterdiği davranışlardır. Dolayısıyla haksızlığı gidermenin ve sorunu çözebilmenin yolu, liyakatini ispat eden ve tarafsız davranan herkesin kamuda istihdamını güvence altına alacak hükümler oluşturmaktan geçiyor.
Zaman, 15.05.2012