12 Eylül yargılanamazdı.
28 Şubatın üzerine gidilemezdi.
Asker sorgulanamazdı.
Günlerden “1000 yıl sürecek” 28 Şubat’tı.
Tankların Sincan’dan yürüdüğü, demokrasiye balans ayarı yapıldığı, üniversitelerin, yargının ve her kesimin baskı altına alındığı, bankaların kudretli paşalar gözetiminde soyulduğu, inançlı askerlerin hayatının sorgusuz sualsiz karartıldığı, yüz binlerce insan fişlendiği, “devlet gemisinin “akredite” gazetelere attırılan manşetlerle yürütüldüğü “eski güzel günler”di.
Yaklaşık 10 sene önce “devlet gemisi”nin rotasını halk onlardan aldı. Bir hesaplaşma yaşanıyor. Fakat eski düzenin sahipleri, hala Hürriyet gazetesine İstanbul sermayesi ve genelkurmay karargahı tarafından attırılan maşetlerle yürütüldüğünü zannediyor devlet gemisinin. Fakında olmadıkları geminin çoktan karaya oturmuş olduğuydu.
Peki bu sürecin faillerinin hukuk düzeni içinde hak ettikleri cezayı almasından endişe eden, hala İstanbul sermayesinin cemaati olmaktan öteye gidemeyen muhalefetin durduğu yere ne demeli? Bu ülkenin en büyük sorunu muhalefet sorunudur ama halka muhalefet değil iktidara muhalefet sorunu… “Güya muhalefet”imiz, halkın yönetimi ele geçirdiğini hala anlayamadı, dizginleri de sıkı sıkı tuttuğu gerçeğini kabullenemiyor.
12 Eylül’ün de bu sıralar yargılanıyor olması önemlidir fakat bu yargılama kısmen “sembolik” kalabilir. Bu manada, 28 Şubat’ın, diğer darbeler gibi üzerinden yıllar geçtikten sonra değil, olması gerektiği gibi, daha failleri hayatta, delilleri ve girişimin sonuçları ortada iken yüzleşiliyor olması çok daha önemlidir, hem bu suçu işleyen, hem de işleme potansiyeli olanlar için…
28 Şubat, milletin dört gözle beklediği bir hesaplaşma sürecinin adıdır. Bu tür davaların sonunda kazançlı çıkan, kurumsallaşma yönünde güç kazanmış demokrasi olacaktır. Yeter ki geçmişin kirli izlerinin üzerine kararlılıkla gidilsin.