Garip ama gerçek.
Avrupa Parlamentosu, belki de tarihinin en absürt işini yapıp, Türkiye ile ilgili 2011 yılı İlerleme Raporu Hakkındaki Karar Tasarısı’na Türkiye’de “ordunun laik bütünlüğünü koruma” duyarlığını soktu.
Daha doğrusu, hiç gündemde olmayan bir şekilde birileri, farklı grupların karar merkezlerini ikna ederek, bunu taslağa sokmayı başardı.
Rapor bugün oylanıyor. Siz bu yazıyı okuduğunuzda, muhtemelen AP raporu kabul etmiş olacak.
Bu saatten sonra bu akla ziyan “laik ordu” vurgusunun metinden çıkarılacağını sanmıyorum.
Ama bu ifade ister metinde yer alsın isterse de çıksın, Türkiye ile ilgili algının nasıl değiştiğini göstermesi bakımından önemli ve belki de metnin bu haliyle kabul edilmesi, Hükümet için bir uyarı tokadı etkisi yapacak olması bakımından hayırlı olabilir.
**
İlerleme Raporu’nda yer almayan, alması için bir neden olmayan bir konu nasıl olup da son anda bir manevrayla bu metne girdi?
Avrupa’daki ırkçı ve ayrımcı çevrelerin artan etkisi mi? Ulusalcı propagandanın Avrupa’ya ulaşmasının sonucu mu? Türkiye ile gerilen ilişkileri dolayısıyla İsrail lobisi mi yaptı?…
Çok sayıda tez ileri sürülüyor.
Ama bu tezlerin hepsi doğru olsa dahi, bütünsel bir atmosfer değişikliğini izaha yetmiyor.
Türkiye’de “sivil anayasa” derken, kapalı kapılar ardında “AKP başkanlık sistemi için kendi anayasasını yapmak istiyor” şeklinde konuşan TÜSİAD temsilcilerinin dezenformasyonu da tek başına açıklamıyor bu tabloyu.
Hükümet ne derece farkında bilmem ama artık Türkiye’yi Avrupa’dan dışlamak isteyen çevrelerin kullanacağı çok daha fazla malzeme var.
**
Geçen hafta Brüksel’de, TUSKON ile Avrupa Parlamentosu Türkiye Dostluk Grubu’nun düzenlediği konferansta Türkiye’deki sivil anayasa sürecini konuştuk. Oradaki temaslarımız gösterdi ki, Türkiye ile ilgili oradaki fotoğraf artık eskisi kadar net değil.
Dün Ahmet Şık da Avrupa Parlamentosu’nda, aynı salonda bir konuşma yaptı.
Bir yıl boyunca tutuklu kalmış olmanın anlaşılabilir öfkesini her satırına yansıtan bir konuşma bu. Türkiye’deki ifade özgürlüğüne ve yargı sürecine ilişkin haklı pek çok eleştiri içeriyor. Hrant Dink Davası, Büşra Ersanlı’nın durumu ve parasız eğitim isteyen öğrenciler ve köylülerle ilgili eleştirileri tamamen haklı.
Ama Şık, kendisini kategorik biçimde karşısında gördüğü iktidara ve Gülen Cemaatine duyduğu öfkeyle, her ikisini de şeytanlaştırarak Türkiye’deki demokrasiye ve insan hakları sorunlarına ilişkin gerçek durumu fazlasıyla aşan korkunç bir tablo ortaya çıkarıyor.
Hürriyet’e göre Ahmet Şık, “20 yıllık gazetecilik hayatında, Türkiye’de gördüğü en büyük toplumsal baskının son yıllarda yaşandığına” dikkat çekmiş. Doksanların kanlı karanlığını hatırlayan birinin bu değerlendirmesi, ancak ötekileştiren bir nefret veya haksızlığa uğramış olmanın verdiği intikam duygusuyla açıklanabilir.
Nitekim Gülen Cemaati’yle ilgili değerlendirmeleri de öyle. Türkiye’deki dine yönelik baskıları bilmiyormuş gibi neden şeffaf olmadıklarını soruyor; orduda emniyette örgütlenmeyi niçin bu kadar istediğinin izaha muhtaç olduğunu söylüyor.
Ama temel motivasyonu ne olursa olsun, çizdiği tablo, doğrularla yanlışların beraberce sunulması bakımından sorunlu bir nitelik taşıyor.
**
İşte Hükümetin bir türlü görmediği gerçek de bu noktada belirginleşiyor.
Reformları geciktirdiği, ifade özgürlüğüyle ilgili sorunları gidermediği için, onun döneminde de hak ihlalleri gerçekleştiği için, hem insanlar mağdur oluyor, hem de bu sorunlar, Türkiye’deki sivil iktidarın Batı ile bağlantısını kesmek veya dış dünyanın desteğini yok etmek isteyen çok sayıdaki çevrenin propagandası için malzeme kaynağı oluyor.
Şimdi Adalet Bakanlığı TMK 6’yı değiştireceğini söylüyor, teklif komisyonda diyor, ama bu arada, artık çoktan geçmişte kalması gereken bir olay gerçekleşti ve Özgür Gündem’in bir ay kapatılması kararı alındı.
Güneşli havalara aldanarak reform iradesini gevşeten ve gittikçe içinde yer aldığı “devlet”i benimseyen hükümet, kendisine zarar veriyor.
Beni asıl ilgilendiren ise, alternatiflerinin ürkütücü olduğu bir ortamda, hükümete gelecek zararın doğrudan demokrasiye ve özgürlüklere zarar anlamına gelmesi.
**
“Laik ordu” saçmalığı, yaklaşan bir fırtınaya işaret ediyor.
Ancak çok daha güçlü bir demokratikleşme dalgasıyla karşılanabilecek bir fırtına bu.
Derin devlet davalarının aynı anda kararlılık ve hukuka uygunlukla yürütülmesiyle, ifade ve basın özgürlüğü sorununun çözümüyle ve Kürt Sorununda hakların iadesiyle aşılabilecek bir fırtına.
Dileyelim bu bir uyarı sinyali olsun…
Star, 29.03.2012