Ya aileyi ya kadını…

8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde kadına karşı şiddeti engellemeyi amaçlayan bir yasa çıkarması Meclis’in kadınlara yaptığı güzel bir jest oldu gerçekten de…

Ayrıca yasa, aile içi şiddeti engellemek için pek çok yararlı önlem de getiriyor. 

Ne var ki, Sayın Şahin’in de vurguladığı gibi, bu yasanın etkili bir biçimde uygulanabilmesi, önlemlerin hayata geçirilebilmesi için aynı zamanda ciddi bir zihniyet değişiminin yaşanması gerekiyor. 

İşte bu noktada da, yasanın ismiyle ilgili itirazlar önem kazanıyor. 

Malum, yasanın adı yapılan itirazlara rağmen değişmedi ve “Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin 

Önlenmesine İlişkin Kanun” olarak kaldı. 

Şahin’in yasanın adı konusunda gösterdiği ısrarın nedeni malum; hükümet bu yasayla bir yandan aile içi şiddeti önlemeyi misyon edindiğini ortaya koyarken bir yandan da geleneksel kültürün en önemli hassasiyeti olan “aileyi koruma” misyonundan da vazgeçmediğini vurgulama ihtiyacı hissediyor. 

Peki ya bu iki misyon birbiriyle çelişiyorsa? 

Ya aile içi şiddetin sürmesinde, toplumda yaygın olan “Ne olursa olsun, aile dağılmasın” anlayışı etkili oluyorsa? 

Dolayısıyla, aile içi şiddetle mücadele çoğu zaman aileyi korumayı değil, tam tersine yıkmayı gerektiriyorsa? 

Bu yasanın başlığına hem aileyi hem de kadını koruma amacını koyunca bu çelişkiyi ortadan kaldırmış mı oluruz; yoksa yanlış bir zihniyetle uzlaşmış mı? 

Kimileri bu tartışmayı bir ayrıntı olarak görebilir. 

Ama emin olun ki, yasanın adıyla ilgili bu tartışma sadece bir başlık deyip geçilecek bir şey değil, kadını “aileyi koruma” anlayışına kurban eden yaygın bir zihniyetle uzlaşmayı ifade eden önemli bir tavizdir. 

Eğer aile içi şiddetle uzlaşmaz bir mücadele sürdürülecekse, her şeyden önce kabul etmek gerekir ki, bütün aileler korunmayı hak etmez. Tam tersine, kadını korumak için aileyi yıkmak zorunda kaldığınız haller çoğunluktadır. Aile ancak içinde yaşayan bireylerin her biri için mutsuzluk değil mutluluk üretiyorsa; baskı ve zorbalıkla değil, özgür seçimle yürüyorsa korunmayı hak eder. Zaten, aileyi korumak da devletin işi değildir. 

Yıkılmayı hak etmiş aileleri kanun zoruyla korumaya almanın sakıncalarını da çok yaşadık. Boşanmak isteyen çiftleri ille de üç yıl beklemek zorunda bırakan ya da boşanmak için iki tarafın da rızasını arayan yasalar gibi… 

Neyse ki, boşanmayı zorlaştıran bu gibi yasal düzenlemelerin çoğu artık yürürlükte değil. Ama “aileyi koruma” denen kavram hâlâ resmi devlet söyleminden çıkmış değil. Ve bu söylem bir zihniyeti yansıtıyor. 

Nedir o zihniyet? Bir kurum olarak aileyi, aile içindeki bireylerin çıkarlarından üstün tutan anlayış… 

Terk edilme korkusu olmazsa 

Koca dayağı söz konusu olduğunda, en demokratik, en şiddet karşıtı kişi ve kurumların bile evliliği koruma hedefini baş hedef haline getirdiklerini; bütün çabalarını, sorunu evliliği koruyarak çözme noktasında yoğunlaştırdıklarını görüyoruz. Bir başka deyişle bütün çabalar dayakçı kocayı bilinçlendirmeye çalışmak noktasında yoğunlaşıyor. Oysa koca zaten bilinçli olarak dövüyor. Evi mutlak hakimiyet alanı haline getirebileceğinin ve karısının bu hakimiyete karşı çıkamayacağının bilinciyle dövüyor. Hangi despot, mutlak iktidar olmaktan gönüllü olarak vazgeçmiş ki koca vazgeçsin? 

Hayır, yaygın inanışın tersine erkekler kendilerini kaybettikleri için dövmüyorlar. Bu bir göz dönme hali değil, bir hesaplılık hali. Erkek, ev dışı hayattaki bütün horlanmalarının, ezilmelerinin, yetersizliklerinden doğan bütün komplekslerinin, kendine güvensizliklerinin acısını evde kadından çıkartıyor; dışarıda kuramadığı iktidarı evde kurmanın doyumunu yaşamaya çalışıyor. Çünkü bunun için bir bedel ödemeyeceğini, kadının her zamanki gibi affedeceğini biliyor. 

Öyleyse neden yapmasın? 

İşte o yüzden ben diyorum ki, erkeği şiddete başvurmaktan caydıracak tek etkili faktör, bunun bedelini ödeyeceğini, karısını kaybedeceğini, ailesinin dağılacağını bilmesidir. Kadına “evliliğini kurtarmak uğruna sabretmesi” telkin edildikçe, hayatı bir “katlanma” olarak yaşayan fedakâr kadın geleneği sürdükçe, kadınlar çekip gitmeye cesaret edemedikçe erkek şiddeti de azalmaz. 

Daha önce de yazdığım gibi, dayağa isyan eden ve kapıyı çekip çıkan her kadın, sadece kendini kurtarmakla kalmaz, başka kadınları da bir ihtimal kurtarabilir. O terk ediş, dayakçı nice kocanın yüreğine bir korku düşürebilir: 

Ya benimki de terk ederse? 

Doğrusu ben tek çözümü bu korkunun yaratılmasında görüyorum. 

 

Bugün, 09.03.2012

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et