BDP’nin Meclis’e dönme kararının hangi gücün etkisiyle alındığını biliyoruz.
Bu güç, bu sorunu çözecek olan güçtür.
Bu parti, Demokratik Toplum Kongresi’nde ortaya çıkan “katılmama” tavsiyesine rağmen ve KCK “katılmak Kürt davasına ihanettir” gibilerden tehditler savururken Meclis’e dönüyorsa, bu karar başta Kürt kamuoyu olmak üzere bütün Türkiye kamuoyunun ağırlığını bu yönde koymasının sonucudur. “Benim için ölme ve öldürme” kampanyaları açanların; genç kızların, hamile kadınların katledilmesi karşısında bir Kürt olarak acı ve utanç duyanların; bu şiddetin artık tamamen amaçsız, kör bir şiddet haline geldiğine; zira Kürtler’in demokratik haklarını almak için artık silaha ihtiyaç olmadığına, Türkiye’nin bugünkü koşullarında bu hakların siyaset zemininde müzakere ile alınabileceğine inananların zorlaması sonucu Meclis’e dönmek zorunda kalmıştır BDP… Giriştiği ve hiçbir şekilde izah edemediği o saçma boykotu sürdürmek kendi kitlesi nezdinde artık imkânsız hale geldiği için dönmüştür siyaset zeminine.
Bunu anlamak, BDP’nin Meclis’te ne yapacağını ve nasıl davranacağını anlamak bakımından da önemli.
Ne diyor Demirtaş?
“Meclis’e AK Parti’yle mücadele etmek ve onu geriletmek için dönüyoruz” diyor.
Oysa onları Meclis’e gönderenler, AK Parti’yi geriletmeleri için değil, onu Anayasa konusunda ilerletmeleri için; Erdoğan Hükümeti’nin Anayasa’da yapmak istediği demokratik reformlarda ona destek olmak üzere gönderiyorlar.
Bu Meclis tarihi bir misyonla toplanıyor. Kürt’üyle, Türk’üyle bütün halk bu Meclis’ten cumhuriyet tarihinin ilk sivil anayasasını yapmasını bekliyor. Yapılacak anayasanın en hayati noktasını da, Kürtler’in devletle ilişkilerinin yeniden tanımlanması ve düzenlenmesi oluşturuyor.
Terör örgütü ise bu Meclis’in yeni bir anayasa yaparak Kürt sorununun anayasadaki temellerinin ortadan kaldırılmasından ölümden korkar gibi korkuyor. Çünkü Meclis’in böyle bir başarısının kendisinin varlık nedenini ebediyen ortadan kaldıracağını; artık Kürtler’in “statüsü” için devletle kapalı kapılar ardında pazarlık yapma imkânını tamamen kaybedeceğini; kendi derebeyliğini kurarak bölgenin yöneticisi olma hayallerinin ilelebet suya düşeceğini biliyor. Dolayısıyla, PKK’nın ve uzantılarının Meclis’in yeni bir anayasa yapmasını engellemek için elinden geleni ardına koymayacağını tahmin edebiliriz.
İşte BDP, yeni Meclis’te birbirinin tamamen zıddı olan bu iki farklı isteğin arasında kalacak, iki farklı baskı altında olacaktır:
Kürt sorununun anayasal temellerinin çözülmesi için mutlaka yeni bir anayasa yapılmasını isteyen Kürt ve Türk kamuoyu bir tarafta, Kürt sorununun Meclis çatısı altında ve anayasal güvence sağlanarak çözülmemesi için her şeyi yapmaya hazır olan terör örgütü öbür tarafta…
Sorun, BDP’nin bu iki farklı baskıdan hangisine boyun eğeceği; hangi iradeye tabi olacağı meselesinde düğümleniyor.
BDP ya kendisini Meclis’e dönmeye mecbur bırakan kamuoyu iradesine kulak verecek ya da PKK’nın anayasa çalışmalarını provoke etme politikasının Meclis’teki uzantısı olarak görev yapacak.
Eğer BDP, Meclis’te dünkü açıklamasında söylediği gibi, “AK Parti’yi geriletme”, ona iş yaptırmama, Anayasa’yı çıkartmama mantığı ile davranırsa, yani bizi şaşırtmazsa kendi sonunu da hazırlamış olur.
Zira görme yeteneğini tamamen kaybetmemiş her gözün gördüğü gibi PKK kendi sonuna doğru koşuyor. Büyük bir hızla Kürt kitlelerinden, Kürt aydınlarından ve doğal önderlerinden kopuyor; marjinalleşiyor.
Sanırım, BDP’nin kaderini PKK’dan ayırmak için son bir fırsat var karşısında: İntihara giden yoldaki son çıkış…
Bugün, 30.09.2011