Saatlerini geri almayanlar yandı!

Tek saat uygulamasına geçildi ve saatlerini buna göre ayarlamayanlar yandı. Seksen yedi yılın özeti bu.

3 Mart 1924. Bu tarih,Türkiye Cumhuriyetinin eğitim sisteminin temelinin atıldığı ve daha sonraki yıllarda bir daha değiştirilemeyen Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun çıkarıldığı tarih. Kanun, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün kendisine göre bütün bir toplumun zihnini ayarladıkları saat konumunda. Başka saatler bozulabilir, ama bu kanunla ortaya konulan saat (nizam, sistem) bozulamaz, tıkır tıkır işler.

İtiraf etmek gerekir ki, Enstitü, başarılı oldu; kendi saatinin tıkır tıkır işlemesini temin etti ve herkes, bu saate hayranlıkla baktı ve saatini ayarladı. Ama kimse, saatin başlangıçta, örneğin, bir veya iki dakikalık bir sapmayla ayarlanmış olacağını düşünmedi.

İşin ilginç tarafı, bugün de kimse, saatlerini ayarladıkları saatin doğruyu göstermiyor olabileceğinden şüphe duymuyor.

***

Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun son iki maddesi yürürlük tarihi ve Kanunu kimin yürüteceğiyle ilgili. Eğer bu iki madde sayılmazsa Kanun, toplam beş maddeden oluşmaktadır. Üstelik bu maddeler de oldukça kısadır. Ama bu kısa Kanun, bütün bir eğitim sisteminin kalbidir. Kimse dokunamamaktadır.

1982 Anayasasının “İnkılâp kanunlarının korunması” başlıklı 174. Maddesine göre, “Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkılâp kanunlarının, Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz”.

Bu çerçevede sayılan kanunların başında “3 Mart 1340 tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu” gelmektedir. Kafa karıştırıcı teorik tartışmaları bir kenara bırakarak söylemek gerekirse; eğitim sistemi konusunda anayasada öngörülen düzenlemeler, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na uygun yorumlanmak zorundadır. Tersten söylemek gerekirse; Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun hiçbir hükmü, 1982 Anayasasına aykırıdır şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz.

***

Peki, bu Kanunda ne var?

Bir, Türkiye dâhilindeki bütün eğitim ve öğretim kurumları MEB’e bağlanıyor.

İki, kamusal veya özel, vakıflarca idare olunan eğitim kurumları da MEB’e devrediliyor.

Üç, Şer’iye ve Evkaf Vekaleti (Bakanlığı)’na ait bütçe MEB bütçesine naklediliyor.

Dört, MEB, yüksek din uzmanları yetiştirmek üzere Darülfunun’da bir İlahiyat Fakültesi açsın ve buradan mezun olacak imam ve hatiplerin yetiştirilmesini deruhte etsin deniliyor.

Beş, aynı şekilde askerî ve sağlıkla ilgili ilkokul ve ortaokullar da MEB’e devrediliyor. (Bu Kanuna, bir buçuk ay sonra eklenen bir fıkrayla, askerî liselerin Millî Savunma Bakanlığı’na bağlanacağı belirtiliyor.)

Altı, Kanun Resmî Gazetede yayımlandığı gün yürürlüğe girecektir deniliyor.

Yedi, Kanunun uygulanmasından Bakanlar Kurulunun sorumlu olacağı belirtiliyor.

***

Bu Kanunla, askerî liseler dışında, bütün bir eğitim sistemi tek bir kalıp içine sokulmuştur. Bu, nelere yol açmıştır:

Bir, iki kardeşin de birbirine tıpa tıp benzediği kaç tane örnek biliyoruz? Eğer bilmiyorsak, bütün bir ülkenin çocuklarını nasıl olup da aynı kalıba sokma cesaretini bulduk?

İki, vakıf, bir insanın kendi malını belirli bir amaç doğrultusunda hasretmesi değil mi? Aslında başka amaçlarla kurulan vakıfların devletin uhdesine alınması mazur görülebilir mi? Bunun “ulus inşa” süresince makul olduğunu ileri sürenler, bugün neyi beklemektedir?

Üç, devletin bir taraftan bütün vakıflara el koyması, diğer taraftan da din konusunda uzman yetiştirme düşüncesi bir çelişki değil mi? Çelişki değilse, bu düpedüz devletin dini kontrol altına alma düşüncesi sayılmaz mı? Yetiştirilecek imam ve hatiplerden “memur” olarak söz edilmesi, [bugün] devletin izin verdiği kadar dini anlatan bir “memurlar” ordusunun habercisi sayılabilir mi?

Dört, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na uygun olarak yetiştirilen imam ve hatiplerin daha sonra rejim sorunu olarak görülmesi ironik bir durum olarak değerlendirilebilir mi?

Altı, devlet güdümlü din anlayışı daha sonraki yıllarda hem Sünniler hem de Alevîler tarafından bir sorun olarak görüldüyse bu Kanun niçin sorgulanmamaktadır?

Yedi, Kanunun el koyduğu vakıfların bir kısmı daha sonraki yıllarda başka adlar altında tekrar kurulduysa o zaman rejim, hayatla savaşmak için niçin bu kadar çok enerji sarf ediyor?

Sekiz, uzaktan eğitim, hiç okula gitmeden okullu olma (homeschooling) gibi kavramların neşvü nema bulduğu bir dünyada MEB, her şeyi zapt-u rapt altına almaktan niçin vazgeçmek eğiliminde olmaz?

Dokuz, bu tek tip eğitimin örneğin Nobel ödülü fizikçi veya kimyacı almamamızdaki etkisi üzerine bir çalışma yapılmış mıdır?

On, tek tip önlük, tek tip kravat, tek tip saç, tek tip binalar ve tabii ki Tevhid-i Tedrisat Kanunu, çatlak sesleri niçin ortadan kaldıramadı? Yoksa insanlar zaten hep çatlak sesler çıkaran bir canlı türü müydü?

On bir, vatandaşlarını tek tipleştirmeye çalışan rejimlerin hangi rejimler olduğu üzerine kafa yorulmakta mıdır?

Bu liste uzar gider…

***

Bu ülkede, saatlerini geri almayanlar hep sistemin mağduru oldular, bir bakıma yandılar. Artık, tek saat uygulaması kalksın ve insanlar saatlerini tek bir saate göre ayarlamak zorunda kalmasın.

Kendisinden ümitli olduğumu daha önce belirtmiş olduğum Millî Eğitim Bakanı Sayın Ömer Dinçer Hoca’ya; farklı bir saate (kısaca farklı saat uygulamasına) geçmek istediğimi arz etmek istiyorum.

Rota Haber

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et