Dün Kızılay’da bir tezgâhtan aldığı bir tomar eski gazeteyle eve geldi oğlum. Eski dediysem çok da değil, yaşadığımız ve hatırladığımız dönemlere ait gazeteler. Bunlara rastgele bir göz atmak bile Türkiye’de değişenler ve değişmeyenleri bir kez daha görmeye yetti.
Yaklaşık yirmi yıl önce, Nisan 1992’de de Kürt meselesini konuşuyormuşuz. Ve bir öneriyi… Konu bildik, taraflar tanıdık, öneri zamanın ilerisindeymiş. Üstelik öneri sahibi o sıralar kötü bir hastalığa yakalanmış; ama durmuyor, susmuyor ve eyyamcılık yapmıyormuş birçok meslektaşı gibi…
Tarih, 24 Nisan 1992. Milliyet gazetesinin manşeti: “Özal Kanser”. ABD’de Houston Hastanesi’nde görülüyor Özal. Gitmeden bir tartışma başlatmış; Kürtçe televizyon yayını. “Biz başlatmazsak özel televizyonlarla örgüt yayına başlar.” demiş. Hem de böylesine bir hastalığın pençesindeyken. TRT’den Kürtçe TV yayını yapılmasını önermiş cumhurbaşkanı olarak.
Aynı günkü gazeteden tepkileri de öğreniyoruz. Fikret Bila’nın imzasıyla artık emekli olmasına rağmen yeni anayasanın sahibi havasıyla gürlüyor darbeci Kenan Evren: “Ülke bölünür”. Devam ediyor: “Yanlış olur. Ülkeyi bölünmeye götürür. Bu konuda Sayın Demirel’in görüşlerini destekliyorum.” Nasıl da hemen birbirlerinin arkasında saf tutmaya başlıyorlar, değil mi? Demirel’e selam çakan Evren, daha önce ‘federasyon lafını da ortaya attığını’ hatırlatarak Özal’a şarlıyor: “Özel televizyonlar yapabiliyorlarsa yapsınlar. Ama onlar yapacak diye TRT’nin böyle bir yayın yapması gerekmez.”
Emri buyurdunuz paşam! Tabii ki yaptılar. Üç yıl sonra MED-TV uydu yayınına başladı, gelecek on yıl da Dışişleri’nin işi gücü bu TV’lerin yayınlarını durdurmaya çalışmak oldu. Bu arada kötü olmadığımız Avrupa devleti kalmadı bu yayınları durdurmadığı için… Yaklaşık yirmi yıl gecikmeyle de Türkiye devleti Kürtçe TV yayınına başladı. Ülke bölünmedi bölünmesine de, yirmi yıl gecikme sonrası pek işe de yaramadı. Siz dinlemeyin Özal’ı…
Neyse, biz haberimize dönelim ve Özal’ın muhatabı siyasileri tanıyalım. Önce, Özal’ın nadir siyasi günahlarından biri olarak, Mesut Yılmaz’a bakalım ne demiş. O artık, ANAP genel başkanıdır ve seçilir seçilmez de Demirel’e doğru çark yapmaya başlamıştır. Özal’ın Kürtçe TV önerisine tepkisi nettir, ‘baba’sı gibi: “Bu partimizin görüşü değildir. Özal’ın görüşüne katılmıyorum.”
İşte böyle, reformist bir siyasetçinin yalnızlığı bu; ama aynı zamanda vizyoner bir siyasetçinin ne olduğunun da resmi…
Geçmişten günümüze bir başka değişmeyen Türkiye manzarası da merkez medyanın hali. 26 Nisan 1993 tarihli Hürriyet’ten bir haber: “Çiller’den yaza merhaba”. Bir yıl sonra DYP genel başkanı ve başbakan olacak, dönemin Devlet Bakanı Tansu Çiller’in mayolu fotoğrafları… ‘Amiral gemisi’nin ön sayfasının yarısı, arka sayfasının ise tamamı bu habere, daha doğrusu fotoğraflara ayrılmış. Yaptıkları işle pek övündükleri anlaşılıyor arka sayfanın başlığından: “Yılın atlatması”. Nedir atlatma? Bir kadın siyasetçinin, kendi evinde, henüz su doldurulmamış boş havuzunun dibinde güneşlenirken gizlice çekilen fotoğrafları… Bildik bir gazetecilik anlayışı ve ahlakı(!) bu. İşlerini siyaseti manipüle etmek, siyasetçiyi madara etmek sananların anlayışı… O dönem ‘amiral gemisi’nin kaptanını sormayın sakın; tahmin edin, bulursunuz.
Sararmış gazetelerden birisi de 7 Ağustos 1982 tarihli Hürriyet. Evren’in Danışma Meclisi çalışmaya başlamış, hâlâ başımızda bulunan meş’um anayasayı yapıyor. Danışma Meclisi üyelerinden Mülkiye profesörü sosyalist Beşir Hamitoğulları’nın bakın teklifi ne: “Cumhurbaşkanı adayım gözbebeğimiz Evren’dir.” İşte bu adamların yaptığı anayasa ile yönetiliyoruz hâlâ. Biraz demokrasi edebi olan, buna tahammül gösteremez.
Türkiye dönüşüyor, ekonomisi büyüyor, demokrasisi gelişiyor, dünyadaki itibarı artıyor. Ama hâlâ tamamen aşamadığımız üç konu; Kürt meselesi, medya ahlakı ve darbecilerin anayasası.
Zaman, 26.08.2011