2019 arayışları ve Gül’ün adı

Abdullah Gül uzun süren sessizliğini bozdu. Kısa bir beyanat verdi, üç dakika konuştu ama dolu dolu konuştu. Hemen her konuya temas etti. Deniz Baykal’ın politik bir oyun kurucu gibi davranmasına itiraz etti; onun dağıttığı rolü ciddiye almadığını belirterek reddetti. Başta kendisi olmak üzere AKP’nin kuruluşunda ve iktidarında yer alan şahıslara karşı başlatılan haysiyet cellatlığına tepki gösterdi. Meşum kampanyanın faillerinin kimler olduğunun ve nasıl organize edildiğinin herkesin malumu olduğunu ifade etti. İsim vermedi ama yapılanlara sessiz kalan AKP’ye ve Erdoğan’a sitemlerini iletti.

Merakları en çok celbeden husus, Gül’ün 2019’a yönelik bir mesaj verip vermeyeceğiydi. Beklendiği gibi, Gül bu konuda herhangi bir yorumda bulunmadı, renk vermedi. Yine de söyledikleri üzerinden çeşitli yorumlar yapıldı. Bir yandan “gündelik siyasetle ilgilenmediğini” belirtmesi, geleceğe dönük bir siyasi beklentisinin olmadığına delil sayıldı. Diğer yandan “Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu sorunlara ilişkin düşüncesini kamuoyuyla paylaşmaya devam edeceğini” eklemesi, kapıları kapatmadığına ve her ihtimale karşı bir kapıyı aralık bıraktığına yoruldu.

Gül aday olur mu olmaz mı, bilinmez. Normal şartlarda daha iki buçuk yıllık bir zaman var ve her daim hatırlatıldığı gibi “Siyasette bir gün bile uzun bir süre sayılır.” Yarının önümüze ne gibi bir tablo çıkaracağı bugünden kestirilemez. Lakin şimdiden kesin olan bir şey var: Cumhurbaşkanlığı için güçlü bir aday arayanların ilk dönüp bakacakları kişi Gül olacak. Neden?

Siyasetin değişen doğası     

Nedeni, anayasa değişikliği ile birlikte siyasetin değişen doğasında aramak gerekiyor. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş, eski siyasi gelenekleri ve siyaset yapma alışkanlıklarını kökünden değiştirecek bir etki yarattı. Dikkat edilmesi gereken iki önemli özelliği var bu sistemin: Bir, cumhurbaşkanlığı artık sembolik bir makam değil; yürütme doğrudan cumhurbaşkanına bağlanacak. İki, cumhurbaşkanı halk tarafından seçilecek. Makama oturmak isteyenlerin, halkın en az yarısından bir fazlasını ikna etmesi gerekecek.

Bu meyanda ilk olarak, sistemin doğasının cumhurbaşkanının bazı niteliklere sahip olmasını zorunlu kıldığı üzerinde durulmalı. Ülke yönetimi tamamen cumhurbaşkanına bırakıldığından, cumhurbaşkanı olacak kişinin her şeyden önce halka ülkeyi yönetebileceği noktasında güven telkin etmesi gerekiyor. Cumhurbaşkanı namzedi iç ve dış siyasi sorunlara vakıf olmalı; iktisadi yükün altından kalkabileceği ve insanların refahını daha üst noktaya taşıyabileceği noktasında halka umut verebilmeli. Memleketi çekip çevirebilecek bir kadrosu olmalı. Toplum ona ve ekibine baktığında “Evet, bunlara devlet teslim edilebilir” hissini edinmeli.

Bu durum, cumhurbaşkanı adayının  “devlet adamı” olmasının yanında “siyasetçi” vasfını da taşımasını gerektiriyor. Bir kimse iyi bir “akademisyen” olabilir. “Düşünür” kimliği ile toplumda saygı uyandırabilir. “Bürokrat” olarak yıllarını devlette tüketebilir. Lakin tüm bunlar, yeni sistemde onu cumhurbaşkanlığına çıkarmaya yetmez. Siyasetçi olmayan, arkasında siyasi bir geçmiş bulundurmayan birinin, halktan destek görmesi çok zor.

Aslında bu 2014’te tecrübe edildi. CHP ve MHP, saygın bir isim olan ama herhangi siyasi bir arkaplanı bulunmayan Ekmeleddin İhsanoğlu’nu “çatı adayı” gösterdi.  O dönemde bir sistem değişikliği olmamıştı. Yani İhsanoğlu ve benzerleri için daha uygun bir ortam vardı. Buna rağmen İslam İşbirliği Teşkilatı’nın eski genel sekreteri olan Prof. İhsanoğlu, Erdoğan’ın gerisinde kaldı. Oysa şimdi sistem radikal bir dönüşüm yaşadı ve cumhurbaşkanlığı tam icracı bir makam haline geldi. Böyle bir tabloda İhsanoğlu gibi siyaset dışı bir çatı adayının, hele Erdoğan gibi bir rakip karşısında, zerre kadar şansı olamaz. Dolayısıyla 2019’da cumhurbaşkanlığına soyunanlar, mutlaka siyasetin içinden gelmiş olmalı.

Sosyolojiye uygun makul aday

İkinci olarak, cumhurbaşkanlığı için seçmenlerin asgari yüzde ellisinin bir fazlasının oyunu almak mecburiyeti var. Böyle bir oy oranına erişmek, ancak toplumun geneline seslenebilen bir cumhurbaşkanı adayı ile mümkün olabilir.

Topluma bakıldığında ise, AKP’nin 2002’den beri toplumsal tabanını genişlettiği görülüyor. Bugün AKP — üç aşağı beş yukarı — toplumun yarısının desteğini arkasında buluyor. Bu nedenle, 2019’da cumhurbaşkanlığı yarışına girecek bir adayın başarılı olabilmesi için, evleviyetle AKP tabanına da hitap edebilmesi ve bu tabanda herhangi bir hoşnutsuzluğa sebebiyet vermemesi icap eder.

Meclis’teki dört parti açısından değerlendirildiğinde şöyle bir tahminde bulunulabilir: HDP’li veya MHP’li kimliği ağır basan biri daha baştan havlu atar; böyle bir ismin cumhurbaşkanlığı yarışında öne çıkma ihtimali yoktur. Keza CHP kartı taşıyan ya da CHP’nin lansmanını yaptığı bir adayın da ipi göğüsleme olasılığı son derece düşük olur. Zira bu niteliği haiz bir adayın AKP tabanının büyük bir kısmı tarafından benimsenip kabullenilmesi düşünülemez.

Bu itibarla AKP için en büyük tehdit, Erdoğan haricinde bir başka AKP’li “ağır top”un aday olmasıdır. Çünkü AKP sosyolojisi de değişiyor ve mevcut yönetim bu değişime ayak uydurmakta güçlük çekiyor. Eğer AKP içinde bu değişen sosyolojinin taleplerine ses veren bir seçenek oluşursa, 2019 seçimleri Erdoğan’ın siyasi akıbeti için ciddi bir tehlike oluşturabilir.

Cazibe merkezi

Hakan Albayrak, 16 Nisan’ın hemen ertesinde bu ihtimali analiz eden bir yazı kaleme aldı (Karar, 20.04.2017). Albayrak’a göre, “CHP merkezli bir alternatif, istediği kadar makul görünsün, AK Parti/Erdoğan seçmenlerine hitap etmeyecektir.” Bu, tamam. Peki “ya AK Parti içinden bir alternatif çıkarsa?”     

Ya bu cenahta FETÖ-PKK-DEAŞ ile mücadeleyi kararlılıkla sürdürmeyi ve yerli-milli duruştan taviz vermemeyi savunmakla beraber ‘Daha adil bir düzen, daha demokratik bir siyaset, daha hür bir basın, daha şık bir iktidar dili ve üslubu, daha rafine uluslararası ilişkiler, daha verimli bir ekonomi, daha dingin bir sosyal atmosfer’ diyen” bir alternatif çıkarsa ne olur?

Bu tür bir oluşum, siyasi bir cazibe merkezine dönüşebilir. Kendi içlerinden çıkan, dolayısıyla hayat tarzlarına karşı bir risk teşkil etmeyen ve onbeş yıllık iktidar sürecindeki kazanımlarını garanti altına alan bir siyasi hareket, partinin hâlihazırdaki gidişatından rahatsız olan AKP’lileri kendine çekebilir. Eğer böyle bir hareket, bir de toplumun diğer kesimleriyle diyalog kanalları açabilir, uzlaşma alanlarını öne çıkartabilir, kapsayıcı ve mutedil bir siyasi dil kurabilirse, iki turlu cumhurbaşkanlığı seçimlerini her türlü sonuca açık kılabilir.

İşte Gül’ü şimdiden harlanan seçim tartışmalarının merkezine taşıyan da budur. Gül; hem bir siyasetçi hem bir devlet adamıdır.  Hem AKP’nin kurucusu olup tabanda belli bir ağırlığa, hem de diğer toplumsal gruplarla ilişki kurabilme yeteneğine sahiptir. 2019 seçimlerinin sonucunu tayin edecek olan iki özelliği bünyesinde taşımaktadır. Bu nedenle — kendisinin tercihi uzak durmak yönünde olsa bile — aday denildiğinde akla gelen ilk isim Gül olacaktır.

Serbestiyet, 11.05.2017

Bu Yazıyı Paylaşın

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et