Gerek sol ve gerekse sağ aşırılar için liberaller ve demokratlar neredeyse doğal düşman haline gelir. Liberallere ve demokratlara küfretmek, aşağılamak, olumsuzlukların sorumlusu olarak onları göstermek aşırıların günlük “fikri egzersizleri” olur. Ilımlılara asıl düşmanlarından daha fazla öfke ve nefret beslerler. Ilımlıların barış içinde bir arada yaşama imkanını bir alternatif olarak temsil etmeleri, aşırılık siyasetinin ontolojisini tehdit eder.
Bir süredir yükselmekte olan sağ aşırılığı Trump ile büyük bir zafer kazandı. Bu zaferin sağladığı itki ile, bazı yerlerde zaten yükselişte olan aşırı sağ söylem ve partilerin daha da güçleneceği öngörüsü müneccimlik sayılmaz.
Aşırılığın yükselişi ve nihayetinde merkezi işgalinin belli başlı semptomları var. Bunlardan en karakteristik olanı aşırılık siyasetinin saldırgan niteliğidir.
Aşırılık ister soldan ister sağdan olsun, yükselişe geçtiğinde hedefine koyduğu şey serbestliktir. Aşırılığın yükselişiyle birlikte ekonomik ve siyasi serbestlik hedef tahtasına oturtulur. Saldırgan siyaseti hayata geçirebilmenin başka bir yolu da yoktur. Aşırılık insanların rızalarına ve tercihlerine dayalı, yani serbestlik içeren mekanizmaları yıkıp zora dayalı mekanizmaları kurmak amacındadır.
Sol aşırılık mevcut kötülüklerin ve adaletsizliklerin müsebbibi olarak serbest piyasa ve demokrasiyi hedefe oturtur. Gelecek güzel dünya, bu ikisi ortadan kaldırıldığında mümkün olacaktır. Sağ aşırılık ise dönemin başarısızlıkları ve tatminsizliklerinin sorumlusu olarak gene serbest piyasa ve demokrasiyi hedef tahtasına oturtur. Serbestlik ortadan kaldırıldığında eski güzel günler geri gelecektir.
Her iki tip aşırılık da, hem belledikleri düşman, hem özledikleri düşler ülkesi — birinde gelecek/romantik, diğerinde geçmiş/nostaljik bir düşler ülkesi — bakımından gerçeklikle bağı çok zayıf veya hiç olmayan hedeflerin peşinde koşarken, etraftaki her şeyi yakıp yıkıp tarumar eder.
Serbestliğe yönelik saldırı, genellikle, serbestlik ile şikayet edilen olumsuzluklar arasındaki sebep sonuç ilişkisi tersine çevrilerek gerekçelendirilir. Ekonomik veya siyasi pek çok problemin asıl ve birincil sebebi ekonomiye müdahale ve siyasete baskı iken, sanki ilişki tersten işliyormuş gibi vaz’edilir. Buna göre, yaşanan musibetler ve başarısızlıklar ekonomik serbestlik ve siyasi serbestlik yüzünden gerçekleşmektedir.
Örneğin serbest ekonomi aşırı solcu biri için dev ABD şirketlerinin az gelişmiş ülkeleri sömürmesine, aşısı sağcı bir Amerikalı için Çin’in Amerika’yı mallarıyla işgaline yol açar. Ekonomik serbestlik bir yandan azgelişmiş ülkelerin yoksulluğunun, diğer yandan Amerika’daki işsizliğin sebebidir. Veya Türkiye’de aşırı sağ söyleme sahip biri için PKK katı siyasi baskılar sayesinde var olup güçlenmemiştir; aksine, siyaseten gösterilen hoşgörü ve serbestlik sayesinde bu ölçüde güçlenmiş ve yayılmıştır. Aşırılıktaki akıl yürütme tıpkı Orwell’in 1984’ündeki gibi “barış savaştır, savaş da barış” tarzı bir tersyüz etmeyi içerir.
Bu ters yüz edilmiş sebep-sonuç ilişkisi üzerinden aşırılık, içe kapalı ve devletçi ekonomi politikaları ile baskıcı ve yasakçı otoriter siyaseti sorunlara çözüm olarak sunar. Yapılan irrasyonel akıl yürütmeye ve önerilen çözümlere bakıldığında, aşırılığın sağdan mı soldan mı geldiği neredeyse önemsiz bir ayrıntı olarak kalır.
Ekonomik ve siyasi serbestlik hedefe konduğu için her iki tür aşırılar için de liberaller ve demokratlar neredeyse doğal düşman haline gelirler. Liberallere ve demokratlara küfretmek, aşağılamak, olumsuzlukların sorumlusu olarak onları göstermek aşırıların günlük “fikri egzersizleri” olur. Ilımlılara asıl düşmanlarından daha fazla öfke ve nefret beslerler.
Bunun sebebi basittir. Liberaller ve demokratlar saldırgan siyaset karşısında birlikte barış içinde yaşayabilme olasılığını hatırlatırlar; düşmanlaştırılmak istenenin hakkından hukukundan dem vururlar; zalimliğe işaret ederek vicdanları huzursuz ederler; hülyalar ve yalanlarla buğulanan zihinlere gerçeğin yalınlığını göstermeye kalkarlar; ne yeterince düşmandırlar ne de yeterince dost; bizden olmadıkları kesindir ama onlardan da görünmezler; barış çağrıları ve yöntemleri ile savaş koşullarına uygun değillerdir; savaşı tehdit ederler.
Ilımlıların barış içinde bir arada yaşama imkanını bir alternatif olarak temsil etmeleri aşırılık siyasetinin ontolojisini tehdit eder. Aşırılık siyaseti “öteki”ni muhalifler olarak, “onlarla” ilişkiyi de rekabet/yarış olarak görmez. “Biz” sadece ortak bir siyasi gaye etrafında birleşmiş insanlar değil(iz)dir, eylemleri(miz) de sıradan siyaset değildir.
“Biz” ve “onlar” dostlar ve düşmanlardır; insanlar vatanperverler ve vatan hainlerinden oluşur. Her şey siyah veya beyazdır; siyaset çıkarların ve tercihlerin yönlendirdiği bir faaliyet değil, bir varlık yokluk savaşıdır. Birilerinin ayakta kalacağı birilerinin ise yok olacağı veya köleleştirileceği bir hayat kavgasıdır.
Liberaller ve demokratlar saldırgan siyasetin çizdiği net ve keskin tabloyu eleştirerek, rasyonaliteye vurarak, sorgulayarak şüpheli hale getirirler. “Düşman”dan ve “biz”den olmayan bir ara kategoriyi oluştururlar. Bu yüzden düşmandan daha tehlikeli bulunurlar.
Aşırılığın yükselebilmesi ve ayakta kalabilmesi için saldırgan siyasete ihtiyacı vardır. Bu yüzden, hem ülke için hem hareket için geçerli olmak üzere, mümkün olduğunca içe kapanmış, içerden ve dışardan gelecek her türlü eleştiriye tahammülsüz, kenetlenmiş ve yekpare bir birlik yaratmaya çalışır. Herhangi bir farklı görüş veya eleştirinin yeri ve zamanı değildir. Buna kalkışanlar düşmana koz veren gafiller veya içimizdeki hainlerdir. Her şey ve herkes siyah ve beyaz, hayat ve ölüm kadar keskin ve net olmalıdır.
Aşırılığın muhtaç olduğu saldırgan siyaset, diyalogu dost-düşman düalizmi içinde işleyen bir monologa çevirir. Bu monolog, düşman tehdidinin abartılması ile düşmanın aşağılanması arasında salınan bir sarkaca mahkumdur. Düşman hem güçlü hem zayıftır; bir yandan aşırı tehlikeli, kötü niyetli ve kurnazdır, diğer yandan ahlâken düşkün, işe yaramaz veya tükeniş içindedir.
Aşırılığın siyasetinde “düşman” aşırı güçlü ve tehlikeli gibi sunularak kitle yoğun korku ve endişe ile birbirine yapıştırılır. Ardından aynı kitle aşırı bir özgüven yüklemesiyle “umuda doğru” mobilize edilir. Pompalanan korku ve kaygı, şişirilen ego üzerinden aşağılama ve kibir olarak yansıtılır, böylece harekete geçirici bir enerjiye dönüştürülür.
Saldırgan siyaset sıklıkla irrasyonel söylemler ve politikalarla ortaya çıkar, kendini gösterir. Olgulardan kopuk olarak kurulan sebep-sonuç ilişkilerine dayalı teşhisler, gerçeklikle bağı hiç olmayan veya çok zayıf olan politik çıkarımlar, işe yaramayacağı en başından belli çözüm önerileri, keskinliği içinde yüksek riskli ve tehlikeli siyasi hamleler, ortamla ve ortalamayla bağlarını koparan icraat, rasyonaliteden kopan (kopmak zorunda kalan) saldırgan siyasetin ürünleridir.
Aşırılık saldırgan siyasete mahkumdur. Çünkü beşeri dünyanın karmaşıklığı, çeşitliliği ve değişkenliği ile baş edebilecek bir vizyonu yoktur. Hayaller ile hayatlar arasındaki “uçurum”a öfke duyar; ancak hayaller ile hayatlar arasındaki ilişki (çelişki) konusunda doğru ve sonuç alıcı çözümleri yoktur. Gerçeğe duyulan öfke, onu rasyonel ve barışçı yollardan değiştiremeyeceğinin idraki ile birlikte, irrasyonel bir hikaye ile gerekçelendirilen saldırgan bir siyasete dönüştürülür. Öfke altı boş, romantik, çılgın ve yok edici bir maceranın motoru, irrasyonel hikaye ise yakıtı haline gelir ve araba son sürat uçuruma sürülür.
Demokratik sistemler sağ ve sol aşırılık tehdidine açıktır. İşler iyi giderken, bir yanda elitizm ve diğer yanda popülizm, demokrasinin işleyişinde karşılıklı dengeleyici unsurlar olarak işlev görebilir. Ancak işler kötüye gitmeye başladığında elitizmin yozlaşması sol aşırılığı, popülizmin yozlaşması ise sağ aşırılığı besleyen iki damara dönüşür.