Son yazıma (Başbakan mı seçtirdi?) gelen okur yorumlarından büyük bölümünü okuyamadım.
Çünkü “yayın kriterlerine uygun bulunmadığı” için yayınlanmamış. Okuyamadığım bu yorumların yazımı pek de sempatik karşılamadıklarını tahmin etmek zor değil. Hakaret ve küfür yasağını aşıp yayınlanabilenler arasında “Bir AK Partili olarak Başbakan’dan açıklama bekliyorum” diyenlere teşekkürlerimi yolluyorum. Onlarla birbirimizi anlıyoruz.
Ama ne yazık ki, çoğunlukla çok temel bir ayrılık içinde olduğumuz görülüyor.
Bu kesim, böyle bir konuyu gündeme getirmemi de Başbakan’dan açıklama beklediğimi yazmamı da eğer Aziz Yıldırım’ın takibe takılan konuşması doğru ise, bunun Erdoğan için çok yıpratıcı olacağını söylememi de “ihanet” olarak görüyorlar.
Onlara göre ben, bu yazıyla “düşmanın” ekmeğine yağ sürüyorum. AK Parti düşmanı cephenin değirmenine su taşıyorum. Mademki bugünkü şartlarda en olumlu parti AK Parti; o halde onu yıpratacak her türlü görüş ve davranıştan kaçınmam gerekiyor.
Peki ne yapmamı istiyorlar? Susmamı ve görmezden gelmemi…
İçlerinden biri “Başbakan yıpranırsa ne olacak: Kılıçdaroğlu mu gelecek? Peki daha mı iyi olacak? Ve sen bunun sorumlularından biri olmayacak mısın” diye soruyor.
Hayır. Sorumlu olmayacağım. Eğer böyle bir şey olursa, yani Erdoğan hataları yüzünden -ya da hataları ölçüsünde demeliyim- yıpranırsa bunun sorumlusu o hataları yaptığı için kendisi olacak. Bana da “yazık oldu” diye üzülmek düşecek…
Bir başkası, Erdoğan padişah gibi de olsa, bizim iyiliğimiz için çalışan bir padişahtır ve biz onu baş tacı ederiz, demeye getiriyor.
Doğrusu bu görüşe cevap vermek bile zor geliyor bana. Demokrasinin bir fantezi değil gereklilik olduğunu hiç anlamayan birine bunu birkaç satırda anlatmak mümkün mü? Sadece, geçmişteki bütün padişahların ve dünyadaki bütün diktatörlerin “halkın ve ülkelerinin iyiliği için” çalıştıklarını sanan insanlar olduklarını, hiçbirinin kötü kalpli olduğu için, kötülük yapmak niyetiyle kötülük yapmadığını belirtip geçeyim.
Bütün bunlar arasında bana en çarpıcı gelen mesaj ise şu: “İşte liberallere ancak bu kadar güvenilebilir.”
Bu okurun suçlamak için söylediği bu cümle aslında liberallerin hiç de inkar etmediği bir özelliklerini teyit ediyor.
Evet, doğru, hiçbir lider, hiçbir parti ya da hiçbir siyasetçi liberallere kayıtsız şartsız güvenemez, güvenmemelidir. Çünkü onlar hiçbir zaman bir lideri ya da partiyi takım tutar gibi desteklemezler. Destekledikleri zaman da o kişi ya da partiyle aynileşmez, görüş farklarını muhafaza eder; destekledikleri çizgiye eleştirel bakmayı bir an için bile bırakmazlar. Desteğe devam etmek için, sürekli olarak, “Ağır basan yönü nedir?” sorusunun cevabını ararlar. Hatalar tali, doğrular ağır basan yön olduğu müddetçe de bu çizgiyi sürdürürler.
Onların tek bir pusulaları vardır; ama sağlam bir pusula: İbrenin özgürlük, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü gösterdiği yerde, kim olduğuna bakmadan, çoğunluğun nerede olduğuna hiç aldırmadan ve hiçbir karşılık beklemeden, riskleri de göze alarak destek verirler.
***
Ben yazı hayatım boyunca bir noktaya çok dikkat ettim. Fikir özgürlüğümü sadece iktidardakilere karşı değil, aynı zamanda okurlara karşı da korumak; otosansür uygulamamak; yani hiçbir zaman nabza göre şerbet vermemek… O nabız okurların nabzı olsa bile.
Bugün de yaptığım budur. Bu yaptığımın uzun zamandır desteklediğim AK Parti’ye de en fazla yararı dokunacak tutum olduğunu düşünüyorum.
Eğer sizler de Erdoğan’ı ve AK Parti’yi seviyorsanız, onun hatalarını ilk söyleyen siz olmalısınız. Dostça ve önyargısızca; yıkmak için değil, düzeltmek için; zayıflatmak için değil, güçlendirmek için…
Aksi davranışın ne kendinize ne de desteklediğiniz o lidere bir faydası olmaz. Tam tersine, liderleri bu davranış bitirir. Onun etrafını sarmış dalkavuklara, biat etmiş taraftarlara değil; sorgulayan, denetleyen ve dostça eleştiren bireylere ihtiyacı var. Bu kayıtsız şartsız destek en sağlam lideri bile baştan çıkarıp kötü yola sokabilir. Sonuçta, hem ona hem kendinize hem ülkeye zarar vermiş olursunuz.
Bugün, 15.08.2011