Bu, o kurumun yöneticisine saygısızlık olarak görülmemeli, aksine demokratik kültürün bir gereği olarak değerlendirilmeli.
Türkiye’de semboller oldukça önemli, bunu bilmek gerekir. Bir sembol daha, son YAŞ toplantısıyla ortadan kalktı.
***
Geçen sene, Yönetim Bilimi (Trabzon: Murathan Yayıncılık, 2010) kitabımızın ikinci baskısında Türkiye’deki bürokrasinin temel sorunlarından bahsettiğimiz bölüme, bir de “askerî vesayet” başlığını eklemiştik. Özetle şöyle demişiz:
Türkiye Cumhuriyetini kuran kadrolar asker ve sivil bürokratlardı. Askeriyede devleti kuran kurum olmaktan kaynaklı bir sahiplenme duygusunun belirgin olduğu ve bunun askerî eğitimle pekiştirildiği görülmektedir. Askeriyeye göre devletin rotasının ne olması gerektiği de devleti yönetenlerin yoldan sapıp sapmadıkları da kendilerinden sorulacak meseleler olarak değerlendirilmektedir. Bu düşünce, demokrasiye geçişten itibaren üç fiili darbe (1960, 1971, 1980) bir post-modern darbe (1997) ve çok sayıda da darbe girişimine kaynaklık etmiştir. Son zamanlarda tartışılan askere verilmiş olan devleti koruma ve kollama görevinin, darbeyi de içerdiği belirtilmiştir.
Askeriye bu ruh haliyle hazırladığı anayasalara ve ona dayalı olarak çıkarılmış bulunan yasalara askeri vesayeti sürdürecek nitelikte hükümler koymuştur.Örneğin, 1982 Anayasasında onca değişikliğe rağmen bu vesayetin izlerini tamamen silmek mümkün olmamıştır. Askerî vesayetin kamu yönetimi üzerindeki izlerine dair verilebilecek örneklerden bazıları şunlardır:
(a) Anayasa Mahkemesi üyelerinden birinin Askeri Yüksek İdare Mahkemesi birinin de Askeri Yargıtay üyesi olması,
(b) YÖK Denetleme Kurulu üyelerinden birinin Genelkurmay Başkanlığı tarafından seçilmesi,
(c) Millî Güvenlik Kurulunun eski bileşimi ve yine yakın zamana kadar Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterinin asker kökenli olması,
(d) Yüksek Askeri Şura Kararlarının 1977, 1987 ve 2010 dönemi hariç, büyük ölçüde asker kanadın istekleri doğrultusunda şekillenmiş olması,
(e) Kısaca EMASYA Protokolü diye de bilinen protokolle vatandaşın fişlenmesi de dâhil yetkilerin askeriyeye verilmiş olması,
(f) Askeriyenin kendine has lojmanlarının, alışveriş merkezlerinin, mahkemelerinin bulunması; yine, asker birinin sivil mahkemelerde yargılanmasının zorluğu,
(g) Protokolde Genelkurmay Başkanının bakanlardan önce gelmesi,
(h) Yüksek Askerî Şura Kararları toplantısında başbakanla genelkurmay başkanının yan yana oturması, vb.
Kuşkusuz, bu listeyi uzatmak mümkündür. Ancak sorunun ortaya konulması bakımından bunlar yeterli olacaktır.
Askeriyenin sistemin kurucu kadro içinde önemli bir rolünün olduğu doğrudur. Ama aradan geçen bunca zaman içinde halkın sisteme sahip çıkamayacağını, sürekli askerî bir vesayeti sürdürmenin gerekli olacağını ileri sürmek, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına büyük haksızlık olacaktır.
Askeriye tarafından halka duyulan bu güvensizlik, halkın yönetimini esas alan demokrasiye güvensizlik anlamına da gelmiş, asker içindeki cuntacılığı sürekli beslemiştir.Demokratik tecrübemizin artık zirvede olduğunu ve hiçbir sorunumuzun bulunmadığını söylemek, ülkemiz gerçeklerini görmemek anlamına gelir. Ama her darbeden sonra, “Artık askeri müdahale istemiyorum, yeter artık, çek elini üstümüzden!” anlamına gelebilecek mesajları ileten halkın sağduyusuna güvenmek, bir bakıma, sorunları deneme yanılma yoluyla çözmek, askerî darbeden medet ummaktan daha mantıklı olacaktır. AB üyelik sürecinde asker vesayetinin kabul edilebilir bir standart olmadığını belirtmek bile gereksizdir.
***
Askerî vesayetin izlerinden biri daha silindi; darısı, diğerlerinin başına. Zira yukarıdaki listenin de gösterdiği gibi, askerî vesayet kamusal hayatımızın her alanında aslında. Yaş toplantılarında başbakanla genelkurmay başkanının yan yana oturmasının sona ermesi, bu sembollerden sadece bir tanesiydi.
Ayrıca, sembollerin silinmesi, bu sembollere eşlik eden zihniyetin de hemen silineceği anlamına gelmez. “Bu memleketin sahibi askerlerdir, sivillere güven olmaz” düşüncesinin zihinleri esir aldığı bir yerde, bir sembolün silinmesi, her şeyin düzeldiğinin bir işareti olarak değerlendirilemez. Olan biteni, bir zihniyet değişiminin halkalarından biri olarak görmek, kanaatimizce, daha doğru olacaktır.
Rotahaber, 03.08.2011