Davutoğlu’nun gönderilme nedeni konusunda çeşitli görüşler var. Bunlardan iki tanesi öne çıkıyor.
İlki, Başbakan ve Cumhurbaşkanı arasında çift başlılık oluştuğu, bunun da devlette bir kilitlenmeye yol açtığı iddiası. Reisçiler bu iddianın altını, Erdoğan’ın doğru olan politikalarını Davutoğlu’nun layıkıyla ve hızlı bir biçimde yürütmeye geçiremediği ve/veya bağımsız bir politika izlemeye kalktığı suçlamalarıyla dolduruyorlar. Hocacılar ise bu “kilitlenme iddiasının”, Davutoğlu’nun dürüstlüğüne atıfla, akçeli iş peşinde koşanların, şahsi çıkar için AKP’ye gelenlerin istedikleri şekilde at oynatamaması sebebiyle ortaya atıldığını ileri sürüyorlar.
İkincisi ise Davutoğlu’nun yüksek performansı ile içerde ve dışarıda elde ettiği sempati ve onayın Erdoğan’ı rahatsız ettiği iddiası. Buna göre Davutoğlu umulmadık şekilde içerde halkla kucaklaşmayı başardı, tabanın sevgisini kazandı. Dışarda ana aktörler tarafından tanınmaya ve muhatap olarak alınmaya başlandı. Buna göre, “Davutoğlu başarısız olduğu için değil, başarılı olduğu için” gönderildi. Erdoğan Davutoğlu’nu kazandığı güçten ve bu gücü “kendi Partisini” ele geçirmek için kullanmaya giriştiğinden endişe ettiği için gönderdi.
Ben asıl sebebin ikincisi olduğunu düşünüyorum.
Erdoğan ile Davutoğlu arasında anlaşmazlıklar olduğu doğru. İkisi arasındaki “anlaşmazlıklar”, Kongrede “Binali Yıldırım’ın Genel Başkan adaylığı için imza topladığı” (aslında Erdoğan’ın Davutoğlu’nu kontrol etmek için verdiği gözdağı) söylentileriyle neredeyse işin başında ortaya çıkmıştı. Hakan Fidan’ın milletvekilliği meselesiyle de ilk kez açıktan kamuoyuna yansımış, sonrasında hep kamuoyu önünde yaşanmıştı.
Ancak, her anlaşmazlık nihayetinde Erdoğan’ın istediği şekilde sonuçlandı. Erdoğan her seferinde asıl patronun kim olduğunu gösterdi. “Çift başlılığın” Erdoğan’ı rahatsız etmiş olduğu kesin. Uzun vadede işlerin böyle yürüyemeyeceği açık, ancak Erdoğan sonbaharda yapılacak bir Anayasa Referandumuna kadar bu durumu pekala idare edebilir, beklenen Başkanlık sistemi ile çift başlılıktan ebediyen kurtulabilirdi.
Davutoğlu’nun her geçen gün daha fazla güç kazandığı, kendisinin kontrolü kaybetme riskinin belirdiği ve sonrasında çok geç kalmış olacağı düşüncesiyle apar topar göndermiş olabilir. Davutoğlu yanlısı bir medyanınoluşmaya başlaması ve Davutoğlu’nun il-ilçe başkanlıklarına atamalar yapması biran önce harekete geçmesi için Erdoğan’ı tetiklemiş olabilir.
Hemen sonrasında Erdoğan’ın vize muafiyeti anlaşmasını başarısızlık olarak sunması, sahaya inerek kendini her yerde ve her alanda göstermesi, içeriye ve dışarıya yönelik olarak tek ve asıl patronun kendisi olduğunu ifade eden bir üslup ve içerikle seslenmesi asıl sebebin ikincisi olduğunun kanıtı olarak gösterilebilir.
Hem Erdoğan hem Davutoğlu açıktan ve doğrudan birbirlerini suçlamaktan kaçınıyorlar, dolaylı yollardan başka aktörler eliyle kamuoyu algısını belirlemeye çalışıyorlar. Bu dolaylı yöntem ikisine de belli bir güvenlik sağlamakla birlikte, yarattığı handikap sebebiyle sahte bir hal ve inandırıcılık eksikliği üretiyor.
Reisçilerin handikapı, asıl gerekçeyi söylemekten kaçındıkları için, Davutoğlu’nun neden gönderildiğini geniş kesimleri ikna edecek şekilde izah edememeleri. “Almanya’nın, ABD’nin adamı” gibi suçlamalar ile durumları daha da kötüleşiyor.
Hocacıların handikapı ise anti-Hocacı hareketi Erdoğan’dan bağımsız açıklamaya çalışmaları. Pelikan Bildirisi dâhil olup bitenden Reise rağmen iş çeviren Reisçileri sorumlu tutarak vermeye çalıştıkları sadakat mesajı fazla suni kalıyor.
AKP’nin farklı bir döneme girdiğini, meselenin kapanmadığını ve farklı şekillerde devam edeceğini söyleyebiliriz.