Homo-ekonomikus kelime olarak ekonomik insan, kavram olaraksa, daima maddî menfaatleri peşinde koşan, her şeyi ekonomik mesele olarak gören, başka bir deyişle ekonomizm yapan, ekonomizme bağlı olan insan anlamına geliyor. Böyle olmanın doğal sonucunun adâletten uzaklaşmak, ekonomik kavramlarla ifade edilemeyecek değerleri çiğnemek, önemsememek ve diğer insanların ekonomik haklarını gözünü kırpmadan, arsızca gasp etmek olduğu kabul ediliyor. Tabiî ki bu düşünüş ve tavır daima kınanıyor, ayıplanıyor.
Homo-ekonomikus tabiri nedense liberal dünya görüşünü etiketlemenin, suçlamanın, infazın aracına dönüştü. Oysa ekonomiyi liberallerden daha fazla ve kaba şekilde beşerî hayatın merkezine yerleştiren yaklaşımlar var. Örneğin sosyalizm, tarihi ekonomik faktörlerin sebep olduğu bir sınıflar savaşı olarak açıklar ve ekonominin değişmesinin her şeyi kaçınılmaz olarak değiştireceğini ileri sürer. Buna rağmen homo-ekonomikusu savunmakla suçlanmaz. Ekonomizmin yörüngesinde olmakla da nadiren suçlanır.
Liberal düşünce geleneğinde bilim insanları ve filozoflar iktisadî hayatla ilgili önemli açıklamalar yaptı. İnsanın ekonomik davranışlarının sebeplerini açıklamaya ve sonuçlarını resmetmeye çalıştı. Rahatlıkla söyleyebiliriz ki, alternatif yaklaşımların hiçbiri liberal iktisat çalışmalarıyla boy ölçüşecek duruma gelemedi.
Hiçbir liberal düşünür insanın sırf bir homo-ekonomikus olduğunu söylemedi. Modelleme çabası içinde ekonomiyi öne çıkardıysa da, insan hayatının diğer yüzlerini yok veya önemsiz saymadı. Benim bağlı olduğum gelenek insanı, ekonomik araçları ve süreçleri de kullanarak, kendi imkân ve araçlarıyla kendi ilgi ve amaçlarının peşinde koşan bir varlık olarak gördü.
İnanın ekonomik robot olmadığı açık. Ancak, buradan insan hayatının ekonomik yönlerinin olmadığı veya bunların hiçbir önem taşımadığı hükmüne ulaşmak hem saçma hem zararlı. İnsan cinsi hayatta kalmak için ekonomik faaliyet yapmak zorunda. Bu bir tercih değil mecburiyet. İnsan, bunu bizzat yapmayacak olsa bile, başka birileri sonuçları ona da yansıyacak şekilde yapmazsa ayakta ve neticede hayatta kalamaz.
Çok eskilerde atalarımız sadece yaşayabilmek için basit ekonomik faaliyetler (avlanma, toplama, ilkel üretim) gerçekleştirmekteydi. Bugünse hayatımızda (daha iyi beslenme, barınma, eğitim, eğlence, seyahat, iletişim, dinî inanç ve pratik, hayır işleri, sosyal güvenlik gibi) çok fazla alan var. Bunların hepsi ama hepsi bir şekilde ekonomik faaliyetlere ve sonuçlarına dayanmakta.
Üretimi artırıp bolluğa ulaşmazsak eğitime kaynak ayıramaz, insanları ileri sayılacak yaşlara kadar okullarda tutamayız. Verimli ekonomik hayat olmazsa hastalık zamanlarımızda ve yaşlılık çağımızda kendimizi ekonomik güvenceye alamayız. Katma değer yaratan bir ekonomik performansımız yoksa mağaralara sığınmaktan kurtulup huzur, güven ve konfor içinde yaşadığımız konutlara kavuşamayız.
Homo-ekonomikus kavramına dayanan eleştirel söylemlere sadece solcular değil, dindarlar da zaman zaman başvuruyor. Bu yüzden, dinî hayatın da önemli ölçüde ekonomik faaliyetlere dayandığını söylemeliyim. Özel mülkiyet başta olmak üzere sahip olunan ekonomik değerleri ve kaynakları serbestçe kullanabilme hakkına dayalı ekonomik sistemlere sahip ülkeler her zaman daha fazla din özgürlüğüne sahip oldu. Kazanma ve biriktirme imkânından mahrumsanız, cami ve dinî eğitim tesisi inşa edemezsiniz. Ulaşım ve nakil araçlarının çalışmadığı yerlerde kurban edeceğiniz hayvanlar size getirilemez, siz bayramda anne babanızın elini öpmeye gidemezsiniz.
Evet, insan sırf bir homo-ekonomikus değil elbette. Ama bir yönüyle ve bir dereceye kadar homo-ekonomikus.