TBMM Başkanı İsmail Kahraman İstanbul Üniversitesi’nde yaptığı bir konuşmada ilginç sözler sarf etti. Bazı çevreler bu sözlere çok büyük ve sert tepki gösterdi. Kahraman’ı gericilikle, laiklik istememekle vs. suçladı.
Kahraman’ın sözleri ne anlama geliyor, nasıl yorumlanabilir? Sağlıklı bir değerlendirme yapabilmek için konuşmanın bir özetini bulmaya çalıştım. Aşağıdaki paragrafları laiklik konusunda hassasiyeti bilinen Hürriyet gazetesinden aktarıyorum:
– “(Yeni anayasa) Anayasanın gözlerde büyütülmesi çok yanlıştır. Anayasayı toplumla kaynaşarak yapacaksınız. 1982 Anayasası’nı hazırlayan heyette Şener Akyol da vardı. Kendisine, ‘Müslüman bir ülkedeyiz, neden anayasa Allah ismi ile başlamadı?’ diye sordum. O da ‘Biz Allah ile başlattık ama konsey kaldırdı’ dedi.
– Mevcut anayasanın herhangi yerinde Allah lafzı yok ama 1982 ve 1961 anayasaları dindar anayasalardandır. Neden? Diyanet İşleri Başkanı idare içinde vardır. Dini bayram, resmi bayramdır. Din dersi zorunludur ve inanca dayalı bir yapısı vardır. Yani seküler değildir, dindar bir anayasadır.
– Yeni anayasada laiklik tarifi bir kere olmamalıdır. Dünyada laiklik tarifinin olduğu anayasalar Fransa, İrlanda ve Türkiye’de var. Tarifi de yoktur. İsteyen bunu istediği gibi yorumluyor. Böyle bir şey olmamalı. Anayasamızın dinden kaçınmaması lazım. Müslüman bir ülke olarak neden kendimizi dinden arındırma, geri çekme durumunda olacağız? Bir İslam ülkesiyiz. Bu nedenle dindar bir anayasa yapmalıyız.”
Türkiye nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman bir ülke. Ancak, dinî bir çoğulluğa da sahip. Gerek gayri Müslümler gerekse klasik anlamda bir dinî inanca sahip olmayanlar bu çoğulluğun aslî unsurları. Bazı dindarların eskiden beridir laikliğe karşı sergiledikleri menfî tavrın en büyük sebebi de geçmişte laikliğin özellikle Müslümanlığı ve Müslümanları bastıracak şekilde kullanılmış olması. Bir başka deyişle laikliğin devlet tarafından ülkedeki en büyük dini toplumsal hayattan sürmeye ve dindarları bastırmaya gerekçe yapılması.
Ancak, laiklik böyle anlaşılmaya ve uygulanmaya mecbur ve mahkûm değil. Laikliğin özü din özgürlüğü. Din özgürlüğünün tesis edildiği ve layık olduğu gibi korunduğu bir yerde laikliğe ihtiyaç kalmaz. Din özgürlüğünü içermeyen laikliğin ise kendisi bir dine dönüşür ve dinlerle çatışmaya girer. Geçmişte Türkiye’de yaşanan dram, durum buydu.
Kahraman’ın bu sözlerinde din özgürlüğü anlamında laikliğe karşı çıktığını söylemek zor. Laiklikten ziyade anayasada laikliğin tanımlanmasına karşı çıkıyor. Olabilir. Bir laiklik tanımı yapmadan da laiklikte içerilen din özgürlüğünü koruyan bir anayasa yapılabilir.
Bununla beraber bu tartışmayı bu şekilde yapmak da gereksiz ve bazı bakımlardan zararlı. Türkiye’de laikliğin kökleri çoğu zaman sanıldığının tersine Cumhuriyet döneminin başlarına değil Osmanlı’ya kadar gidiyor. Laiklik konusunda hassasiyeti olan genişçe ve nüfusuna nispetle daha tesirli bir kesim var. Onlarlaiklik kelimesinin ve ilkesinin yeni anayasada bulunmamasından rahatsızlık duyabilir. Hatta bundan kendilerinin dinî baskıya maruz bırakılabileceği düşüncesiyle korkabilir. Bu korkuya da saygı durmak ve cevap vermeye çalışmak gerekir.
Bu çerçevede Kahraman’ın “dindar bir anayasa yapmalıyız” sözünün yanlış veya maksadı aşıcı olduğunu düşünüyorum. Asıl talep edilmesi gereken Anayasanın din özgürlüğüne açık olması. Zira devletlerin değil bireylerin dini olur ve din özgürlüğü devleti önceler. Hiçbir devlet meşru şekilde din özgürlüğünü ortadan kaldıramaz. Son olarak, bu konulardaki tartışmaların daha kapsayıcı bir lisanla ve soğukkanlılıkla, küfretmeden, hakaret etmeden yapılmasında her bakımdan sayısız fayda var.
Yeni Yüzyıl, 27.06.2016