Yine 13 askerimiz şehit oldu, insanların ciğerler yandı, sadece şehitlerin ailelerinin değil, vicdan sahibi olan tüm insanların yüreklerine kor ateşi düştü. Maalesef ki bu, ülkemizde ilk defa yaşanan bir hadise değildir. Böyle giderse son olacağa da benzemiyor.
Türkiye teröre karşı acemi bir ülke değildir; tarih boyu terörle mücadele etmek durumunda kalan bir ülkedir. Devlet, Osmanlı zamanında da çoğu isyanlarla mücadele etmek durumunda kaldı. Hatta bazı hadiseler, yönetim değişikliklerine sebep oldu, bazıları belli ülke parçalarının kopması ile neticelendi. Bütün bunlar neticesinde devlet terör eylemlerine karşı ciddi manada tecrübe kazandı ya da en azından tecrübe kazanmış olması gerekir.
Terör eylemleri, özellikle 1970″li yıllardan sonraki dönemlerde çok daha şiddetli bir şekilde artış gösterdi. Bütün bu hadiselere karşı devletin yaptığı büyük ölçüde “şiddeti şiddetle yok etmek” politikası oldu. İlk defadır ki son yıllarda demokratikleşme ve daha başka sosyal politikalarla çözüm mecrasına girilmeye çalışılmakta ise de, terörün bitmesini istemeyen güçler, bunları sabote etmek için yine aktif olarak devreye girmiş gözüküyorlar. Önümüzdeki aylarda bu tür hadiselerin kökünün kurutulmasını sağlayacak çözümleri de içerecek yeni demokratik sivil bir Anayasanın yapılması gündemde. Muhtemeldir ki, bazı güçler, bu Anayasa yapımı yoluyla terörün nemalandığı bazı sorunların ortadan kalkmasına mani olmak için süreci sabote etmek istiyorlar, isteyecekler de.
Peki, bu güçler kimler? Tabii ki bu güçlere ilişkin bireysel ölçekte teker teker bir belirleme yapmak çok zor. Ama resmi makro ölçekte ortaya koymak gerekirse, fiilen yaşananlara bakıldığı zaman, çok karmaşık bir yapının mevcut olduğu görülmektedir. Bu güçler sadece dâhili unsurlardan ibaret değildir, harici uzantıları da mevcuttur. Diğer yandan bu işin içinde kelli felli insanlar da var. Bilerek ya da bilmeyerek bu işe katkı sağlayan resmi kimlikli insanlar var. Buna daha başkalarını da ilave etmek mümkündür.
Ben burada resmin tamamını çizmek istemiyorum, yaşanan son hadiseler üzerine biraz yoğunlaşmak istiyorum. Yazının başında, “Türkiye”nin terörle mücadele konusunda tecrübeli olduğunu ya da en azından olması gerektiğini” söylemiştim. Bu sözü yaşananlar bağlamında söylüyorum. Gel gelelim bir de ortaya konulan mücadele örneklerine bakılınca, hiç de öyle tecrübeli devlet davranışının söz konusu olmadığı gözlenmektedir. Yıllar yılı hep şu söylenir:
“Türkiye”de Devlet sadece güvenlik merkezli bir takım önlemleri almakla yetinmektedir”. Oysa maalesef uygulanan güvenlik politikaları da yeterli ve profesyonelce değildir. Daha önce yaşanan hadiselerde bir dizi güvenlik önlemi hatalarından, eksikliklerden hatta ihmallerinden söz edildi. Bu gibi durumlar hala söz konusudur.
O zaman insanın aklına şunlar geliyor. Bir söz var: “Aklı başında bir insan zarar gördüğü bir delikten iki kez geçmez”. Yani bir kişi bir kez hataya düştüğü zaman, edindiği tecrübe, aldığı ders neticesinde aynı hatayı bir kez daha tekrarlamaz.
Ama terörle mücadele konusunda ülkemizde yaşananlara bakıldığı zaman birbirinin tekrarı mahiyetinde o kadar hatalar, ihmaller mevcut ki, insanın aklına şu geliyor. “Terörle mücadele ettiğini söyleyenler neden hep aynı delikten geçiyorlar; neden bu hatalar canlara mal olduğu halde habire tekrarlanıyor”? Ben, önce vicdan sahibi bir insan, sonra da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak bu soruya cevap verecek bir kişi, merci arıyorum. Yoksa devlet içinde palazlanmış bazı güçler bu meselenin hallolmasını istemiyorlar mı? Haklı olarak bu soruyu da sormak istiyorum. Çünkü tekrar söylüyorum, hep aynı ya da benzer hatalar zinciri neticesinde bu ve benzeri elim hadiseler yaşanıyor. Bu yaşananlar, haklı olarak bu soruların sorulmasını ve cevaplarının aranmasını zorunlu derecede lüzumlu hale getiriyor.
Ben çok daha somut bir soru sormak istiyorum: Bildiğim kadarıyla ülkemizde 10 tane insansız uçak mevcut. Bunlar terörün yaşandığı bölgede sürekli tarama yapıyorlar. Yapılan bu taramalar o kadar ileri düzeyde ki, Genel Kurmay eski Başkanı Org. Yaşar Büykanıt”a göre, “bu araçlar sayesinde bu bölgeler, “biri bizi gözetliyor evleri” gibi”. Hatta mağaraların içerisi olmasa da, mağara girişlerine kadar bu araçlarla tespitler yapılabiliyor. Dahası bir sürü termal kameralar mevcut, sürekli gözetleme yapılıyor.
Ama uygulamaya bakıyorsun, askerler teröristlerin burnunun dibine varmış ya da teröristler askerlerin nefeslerini duyacak mesafeye gelmişler, dahası teröristler askerlerin nerede olduklarını biliyorlar, ama askerler nefeslerini duyan teröristlerin nerede olduğundan haberdar değil. Bu teknoloji ile teröristlerin bilmesi gerekli olanları askerlerin bilmesi gerekirken, askerlerin bunları bilmemesi inanılmaz çelişki teşkil etmektedir. Bunun gerekçesinin ikna edici şekilde kamuoyuna izah edilmesi gerekiyor. Öyle yuvarlak ifadelerle yapılacak açıklamalar, sadece bu hatanın üzerinin örtülmesi neticesini doğurur.
Burada şunu açık ve net ifade etmek istiyorum. Daha önceki hadiselerde de çeşitli ihmallerden söz edildi, ama şimdiye kadar bu ihmallerin sahiplerinden hiçbirisi hakkında somut cezai yaptırımlar ortaya çıkmadı.
“Efendim bu kişiler hakkında soruşturma açıldı yargılama yapılıyor” sözleri kabak tadı veriyor. Kimse bu sözlerle ikna olmuyor. Bunlar basit hadiseler değildir. Neticesinde insanlar ölüyor, ocaklar tutuşuyor, dahası toplum, birbirine kin ve nefret besleyen insanlar olarak kamplara ayrılıyor. Hala bu hataların sahipleri yerli yerlerinde duruyorlar. Hiç olmazsa ihmali ya da kasıtlı davranışları oldukları konusunda haklarında şüphe ve deliller olanlar, önlem olarak yargılama sona erinceye kadar açığa alınsalar. Ama bunlar da yapılmamaktadır.
* Bu ihmallerin sahiplerinin süratli bir şekilde sorumluluğu yoluna gidilmedikçe;
* “Biri bizi gözetliyor” uçakları bizleri gözetlemekten vazgeçip, terör unsurlarını gözetlemeye yönelmedikçe;
* Bu uçaklarla terör unsurları titizlikle gözetlenip gerekleri süratle yerine getirilmedikçe;
* Askerler sürekli aynı ya da benzer hatalar zinciri “deliği”nden geçirilerek şehit olmalarının yolu kapatılmadıkça,
* Güvenlik merkezli önlemler, siyasi, hukuki vb. önlemlerle tamamlanmadıkça
Hiç kusura bakılmasın bu terör, bin yıl da savaşılsa bitmez. Bu şekilde sürdürülen mücadelenin neticesi önce toplumun, sonra da toprakların parçalanmasıdır. Sürekli birbiri ile çatışan unsurların bir arada yaşaması mümkün değildir. Dahası bu çatışmanın temeli etnik ve kültürel olduğu için, bu savaş öyle bin yıl falan da sürmez. Allah korusun neticesi bölünmek ve parçalanmaktır.
Benim terörle etkili mücadele konusunda savunduğum temel tez, hak ve hürriyetler zeminine yerleşen bir hukuk düzenin kurulması, meseleye demokratikleşme bütünü içerisinde çözüm bulunmasıdır. Bütün bunlara rağmen bazı güçler hala hukukun dışına çıkıyorlarsa, elbette ki bunlara yönelik güvenlik önlemlerinin alınması taraftarıyım.
Öyle görünüyor ki, devletin içinde ve dışında hukuki ve demokratik zeminde sorunların çözülmesine taraftar olmayan bazı güç odakları var. Bunlar, şiddetten nemalanan kesimlerdir. Amaçları da sürekli kaos ve şiddet ortamıdır. Bu tür yönelim içerisinde olanlara karşı en etkili mücadele yöntemi yine demokrasi ve hukukun üstünlüğünün sağlanmasıdır. Ama kaos ortamları bazen aklı zorladığı için, başka önlemler gündeme gelebilmektedir. Türkiye”de kalıcı çözüme ulaşılması yine demokrasi ve hukukun üstünlüğü ilkesinin hayata geçirilmesine bağlı bulunmaktadır.
Bunun için de, yapılan provokasyonlar atılacak adımlara mani olmamalı. Dahası ihmali olanlar hakkında mutlaka ve süratle yaptırımlar tatbik edilmeli. Unutmayalım ki ateş düştüğü yeri yakıyor. Bir gün ateşin düşüp de yakacağı yer, ocak kalmazsa, işte o zaman ne devlet kalır, ne de bir başka şey. Bunu amaçlayanlar olabilir; nitekim vardır da, amaçları da Türkiye”yi bu noktaya getirmek. Aklı selim sahiplerinin bu oyunu bozmaları gerekiyor.
Stratejikboyut, 18.07.2011