Başbakan Erdoğan’ın seçimden sonraki ilk parti grup toplantısında yaptığı konuşma, kayda değerdi. Yeni seçilmiş AK Parti vekillerini “kibir”e karşı uyaran Erdoğan, ardından şu ilginç hatırlatmayı yaptı:
“Tarihin en büyük medeniyetlerinden Endülüs devletinin Granada’da inşa ettiği El Hamra Sarayı’nın duvarlarında sultanların kibrini ve azametini engellemek için ‘Ve la galibe illallah’ yani, ‘Allah’tan başka zafer sahibi yoktur’ yazar.”
Laiklik hassasiyeti yüksek Türkler, burada bir tür “dini siyasete karıştırma” sorunu görmüş ve dolayısıyla Başbakan’ın bu sözlerinden rahatsız olmuş olabilir. Ben ise, aksine, “Allah’tan başka galip yoktur” hatırlatmasını da, Erdoğan’ın buradan çıkardığı siyasi dersi de sevdim. Dahası, bu dersin liberal demokrasiye Müslümanca bir kültürel zemin hazırladığını dahi düşündüm ki, sebebini biraz izah edeyim.
Anayasa ve şeriat
Siyasi tarihin önemli meselelerinden biri, “yöneticilerin gücünün sınırlanması”dır. Çünkü, Lord Acton’ın ünlü deyişiyle, “güç yozlaştırır, mutlak güç mutlak yozlaştırır.” Bu nedenle de iktidar sahiplerinin neyi yapıp neyi yapamayacaklarının kurallara bağlanması, bu kuralların da “birey hak ve özgürlüklerini” koruması gerekir. “Anayasa” dediğimiz kavram, Batı’da en çok bunun için gelişmiştir.
Ancak kimi iktidar sahipleri, güçlerini sürekli artırmak, bunu da bir şekilde meşrulaştırmak ister. Ortaçağ Avrupası’nda yaygın olan “kralların Tanrı’dan aldıkları yetkiler” hikayesi, bu meşrulaştırmanın en klasik örneğidir. Modern çağ diktatörleri ise, Tanrı’nın yerine “Aydınlanma”, “akıl ve bilim” veya “tarihin (güya Marx tarafından keşfedilmiş) kanunları” gibi yeni ilahlardan yetki alma iddiasındadır. (“Altı Ok”un mucidinden yetki aldıkları için darbe yapma hakkı kazandıklarını iddia eden generaller de aynı nev’idendir.)
İslam dünyasında ise, yaygın ezberlerin aksine, yöneticilerin Allah’tan yetki almasından çok (ki onu iddia eden de olmuştur), yöneticilerin Allah’ın kanunları (şeriat) ile sınırlanması fikri vardır. Sultan’ın haksızlığına uğrayan kitlelerin “şeriat isteriz” diye tepki göstermesi boşuna değildir: Çünkü şeriat, “sultanın iki dudağı arasından çıkan kanun” değil, sultanı dize getiren kanundur.
Dolayısıyla da, “müsteşrikliği” ile meşhur Bernard Lewis gibi bir tarihçinin dahi teslim ettiği gibi, “İslam geleneği keyfi idareye onay vermez.” Çünkü, Allah’ın bahşettiği “kul hakları”, hiç bir iktidar tarafından çiğnenemez. Çünkü, Allah her iktidardan üstün, her şeyden büyüktür.
Özgürlük yolu
Bu son nokta, bundan iki ay kadar kadar önce Princeton Üniversitesi’nde katıldığım bir konferansta, ABD’nin ünlü Katolik ilahiyatçılarından Michael Novak tarafından da vurgulanmıştı. “İslam dünyasındaki özgürlük fikrinin Allah’ın azametine duyulan güçlü iman sayesinde gelişeceğini” öngören Novak, şu hatırlatmada bulundu:
“Allah o kadar büyüktür ki, O’nun azameti, her ölümlüye kendi görüşlerinin yetersizliğini ve sınırlılığını hatırlatır. Allah’ın büyüklüğü, tüm beşeri iddiaları göreceli hale getirir.”
Ancak dikkat edelim: İslam tarihinde olduğu gibi bugün de Allah’ın büyüklüğünü kendi küçüklüklerinin arkasına almak ve böylece kendilerine teokratik bir “iktidar alanı” yaratmak isteyenler olacaktır. Kur’an yapraklarını mızraklarına takan Muaviyeciler, “Allah dilemeseydi iktidarda olmazdık” diyen Emeviler, hep bu istismar yolunun örnekleridir.
Samimiyet yolu ise, aynı zamanda özgürlük yoludur: Galip olan ancak Allah ise, O’nun tüm kulları eşittir ve hürdür.
Star, 06.07.2011