AK Parti demokratikleşme yolunda ilerlemek istiyorsa Kürt meselesini çözerek bu süreci geri döndürülemez bir noktaya ulaştırabilir. Bu meseleyi çözen bir Türkiye anti-demokratik ve vesayetçi anlayışın elindeki en büyük ‘koz’u almış olacak.
Biliyoruz ki 1925’te çok partili, görece demokratik rejimden sapılırken kullanılan baş ‘bahane’ Kürt meselesiydi. Takriri Sükun Kanunu’yla Türkiye’nin susturulması, Terakkiperver Parti’nin kapatılması, basının hizaya çekilmesi, yani bildiğimiz anlamda Kemalist rejimin kurulması Şeyh Said isyanının ardından mümkün oldu.
Yıllarca bu sorun, tektipleştirme projesinin, otoriter rejimin, askerin sistem üzerinde denetiminin meşrulaştırılması, yani önce demokrasinin askıya alınması, sonra da vesayet rejiminin monte edilmesi için kullanıldı.
Şimdi, tam demokrasiye, Başbakan’ın ifadesiyle ‘ileri demokrasi’ye ulaşılacaksa Kürt meselesinin çözümü elzem. Bu mesele çözülmeden demokrasi kurumsallaşmaz, tektipleştirici ulus devlet paradigması rafa kaldırılamaz. Çözüme direnenler ellerindeki bu ‘bahane’den vazgeçmek istemiyorlar, çünkü onsuz tam demokrasiyi ertelemek artık mümkün değil. Başka ‘kullanılabilir’ bir konu, sorun, bahane kalmadı.
Ayrıca, Kürt meselesinin çözümü hükümetin gerçekten hükümet etmesiyle de derinden alakalı. Kürt meselesi bir güvenlik meselesi, ulus devleti ve üniter devleti tehdit eden bir talepler dizini ilan edilerek hükümetlerin bu konuda ‘siyaset’ üretmeleri yıllarca engellendi. Siyaset bu konuya şimdi el atarak rüştünü ispat etmek zorunda.
Üstelik, konunun bir de ‘reel politik’ boyutu var. Türkiye, küresel ve hatta bölgesel bir aktör olma iddiası taşıyorsa Kürt meselesini çözmeden bu iddia gerçeklik kazanamaz. Bölgesel sorunları çözmek için inisiyatif alan, bölge halkları için model olarak görülen bir Türkiye iç sorunlarını çözmeli, çözebilir de…
Böyle bir imkan var ve bu heba edilmemeli… Kimse BDP’ye ’36 milletvekili çıkardın Kürt meselesini neden çözmüyorsun’ diye sormayacak. Bu sorunun muhatabı AK Parti, çünkü hükümet etme sorumluluğu da çözüm üretme sorumluluğu da onda.
Çözüm, bütün siyasal aktörler arasında kazançların da kayıpların da eşit paylaşılacağı bir süreç yönetiminden geçiyor. Hiçbir siyasal parti tek başına çözemez bu sorunu. En azından iki temel aktörü var çözümün. Bunlar AK Parti ve BDP. Diğerleri de katılabilirler elbette, ama öncelikle bu iki partinin cesareti, iradesi ve ortak çabası şart.
Üzerinde anlaşmaları gereken temel gerçek de şu; bu meseleyi bir diğeri olmadan çözemeyecekler. BDP bütün Kürtlerin oylarını da alsa, bölgedeki tüm seçimleri de kazansa bir ‘Türkiye partisi’, çözümü Türkiye’nin geri kalanına kabul ettirecek bir Türkiye partisi olmadan ‘tek taraflı’ olarak bu meseleyi çözüme kavuşturamazlar. Ne şiddet kullanarak ne de siyaset…
Aynı şey AK Parti için de geçerli. Bölgede bütün oyları AK Parti de alsa Kürt talepleri bitmez, sadece bu taleplerin dile getirildiği ‘adres’ değişmiş olur.
Bu iki partinin kabul etmeleri gereken bir diğer gerçek ise ötekini ‘tasfiye’ etmenin mümkün olmadığı… BDP’nin toplumsal desteği sosyolojik bir gerçek. Böyle bir toplumsal desteğin ‘imha’ edilmesi mümkün değil. Yani ‘tasfiye’ yok, olmayacak. Ancak, ‘tasfiye’ korkusuyla çözümden yan çizmek de anlamsız. BDP bu korkuyu yenmeli artık, rahatlamalı… BDP’nin çözümün tasfiye anlamına geleceği endişesini aşması, tabanına güvenmesi gerekiyor; ancak bu tabanın ‘sınırlı’ olduğu gerçeğini de asla aklından çıkarmaması. Kürtlerin hâlâ yarısından fazlası AK Parti’ye oy veriyor. Temsil tekeli iddia etmek yerine, diğer Kürtlerin temsil edildiği siyasal partiyle köprüler kurmalarıdır akılcı ve siyaseten doğru olan.
Kürt meselesini AK Parti ve BDP birlikte çözecek. Bunun için her iki partinin cesaretine ve vizyonuna ihtiyaç var. Bir de iktidar partisinin demokrasiyi gerçekten derinleştirmek isteyip istemediğine karar vermesine…
Zaman, 21.06.2011