Türkiye’de başörtülü kadınlar, diğer kadınlarla kıyaslandığında, biri kadın oldukları biri de başörtüsü taktıkları için toplumsal hayatta iki kez dışlanmış oluyorlar. Bu dışlanmanın yaşandığı alanlardan biri de milletvekilliği.
Kısa bir süre önce, hangi partilerin başörtülü aday göstereceğini tartışıyorduk. Ama bu konudaki iyimser beklentiler, boşa çıktı. Başörtülü milletvekili adayları var, elbette. Ama hiçbirinin bugünkü şartlarda Meclise girme ihtimali yok.
***
Bu arada, ilginç bir gelişme oldu: Ankara 2. Bölgeden başörtülü bir aday çıktı: Aynur Bayram (http://www.aynurbayram.com).
Şimdi, Ak Partililer de dâhil başörtülü milletvekiline sıcak bakan seçmenler, zor bir seçimle karşı karşıyalar: Bir tarafta, desteklemek zorunda hissettikleri partileri, diğer yanda, ilk defa, (belki bir milletvekili az çıkarma pahasına) kendilerinin de hayalleri olan bir eşiğin aşılması ihtimali.
Bu bölgedeki Ak Partili seçmenlerin bir bölümünün, barajı aşma ihtimali olmadığından, Saadet Partili, Has Partili ve hatta BBP’li pek çok seçmenin; ayrıca, liberallerin, liberal solun, başörtüsü konusundaki eşiklerin aşılmasını isteyen diğer partilere mensup seçmenlerin bir bölümünün; bu kardeşimizi desteklemesi, ihtimal dâhilinde. Ama bu, sadece bir ihtimal. Ak Partinin kurucuların biri, meselâ, Aynur Bayram’a açık destek verenler arasında.
Hatta başka illerde bulunan ve “Keşke oy becayişi olsa da Aynur Bayram’a oy verebilsem!” diyen çok sayıda seçmenin olması bile muhtemel.
***
İhtimaller, gerçek olur mu? Olmaz. Niye? Zira muhafazakâr gelenek, lidere itaati, liderin zaaflarının ileri boyutlara bile ulaşması durumunda sorgulamamayı öğrenir, bir hayat boyunca. Aksini yapmak, “fesat çıkarmak” anlamına gelir. Ortalama bir muhafazakâr seçmen, meselâ, Aynur Bayram’ın tutumunu bir “fesatçılık” olarak değerlendirebilir. Gönlü ondadır, ama “Keşke biraz sabretseydi, bir sonraki dönemde zaten milletvekili olurdu!” demekten de kendini alamayabilir.
Kanaatimizde, Aynur Bayram’a oy verme konusunda zihni en berrak olanlar, parti mensubiyeti olmayan özgürlük dostları, meselâ, liberaller filan olacak. Muhafazakârlar, muhtemelen, kendi partileriyle bu aday arasında gidip gelecek.
***
Ütopya, olmayan ama olmasını istediğimiz yer demektir. Başörtülü bir meclis, bu ülkenin muhafazakâr kesimi için bir ütopya. Ütopya, değişim ihtimallerinin ölçülüp biçilmiş bir değerlendirmesiyle değil belki ama, bir “değişim talebi”yle gerçekliğe meydan okur, der Krishan Kumar ve devam eder:
“[Ütopya], ihtimal dâhilinde olanın bugünkü tanımlamalarını kabul etmez, zira bunların, değiştirmek istediği gerçekliğin bir parçası olduğunu bilir.” Bize bugünkü sistemin parametreleriyle cevap verenleri dikkate almak, ütopyacıların yapmaması gereken bir şey, buna göre.
Ya ütopya, hep ütopya olarak kalırsa? Ya ütopya bizi, gerçek dünya karşısında sorumsuz hayallere sürüklerse? Evet, doğru; başörtülü bir Meclis bizi, sorumsuz bir hayale sürükleyebilir. Ama ya ütopya, geçmişin ve şimdinin bize sunduğu gerçekliklere daha geniş bir açıdan bakmak anlamına geliyorsa? Yani, tersten söylemek gerekirse, ya biz, bugünün gerçeklerine tutsak olmuşsak?
***
Ütopyanın olmadığı bir dünya, sıkıcı bir dünyadır, bir düşünüre göre. Ankara, ya gerçek dünyaya teslim olacak ya da sorumsuz hayallere dalmakla suçlanma pahasına, bir ütopyayı gerçekleştirecek, Türkiye’yi, nüfusun önemlice bir bölümü için sıkıcı bir yer olmaktan çıkaracak. Birinci durumda Ankara’yı, reel politikanın mekânı olarak anmaya devam edeceğiz. İkinci durumda, Türkiye, bir seçim barajını daha aşmış olacak.
Bilindiği gibi BDP, %10 seçim barajını bağımsız adaylıkla aştı. Başörtülü kadınlar da, bundan böyle, belki de partilerin ve sistemin kendilerine karşı koydukları barajı dolanmanın bir yolunu bulmuş olacak. Hayat, bir kez daha galip gelecek.
İşlerin bu şekilde gelişmesi, hem bir eşiğin aşılmasına yol açacak, hem de son zamanlarda elde edilen kazanımlar kaybedilmeden (meselâ bir parti kapatma davası açılmadan) sorunun çözüme kavuşması mümkün olacak.
Rota Haber, 18.05.2011