Bediüzzaman Said Nursi, benim büyük saygı duyduğum şahsiyetlerden biridir. Hiçbir zaman “Nur talebesi” olmadıysam da, onun büyük eseri olan Risale-i Nur’dan çok istifade ettim. Dahası “üstad”ın samimiyetine ve davasında gösterdiği azim ve cesarete de hep hayran oldum.
O nedenle de geçtiğimiz hafta sonu İstanbul’da düzenlenen Beşinci Ulusal Risale-i Nur Kongresi’ne zevkle katıldım. Bazıları “Nurcu” olan, diğerleri farklı ekollerden gelen katılımcılarla Bediüzzaman’ın bundan en az yarım asır önce yazdığı metinlerden seçme parçalar üzerinde tartıştık.
En dikkate değer bulduğum noktalardan biri, Nur risalelerindeki “hürriyet” vurgusu idi. Bu, aslında Bediüzzaman’ın Osmanlı’dan tevarüs ettiği bir değerdir. Tanzimat’tan itibaren giderek gelişen “hürriyetperverlik” (liberalizm), Namık Kemal gibi Genç Osmanlılar tarafından İslami temellerle savunulmuştu. İkinci Meşrutiyet’te kurulan Ahrar Fırkası (Liberal Parti) de, o sıralar İstanbul’da bulunan meşrutiyetçi alim Bediüzzaman’ın desteğini kazanmıştı.
Bu sebeple Bediüzzaman’ın yazılarında güçlü bir “hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikir” müdafaasıyla karşılaşmamız sürpriz değil. Üstad, liberal siyasetin “birey haklarının üstünlüğü” ilkesini dahi savunarak şöyle diyor:
“Bir cemaatin selameti için, bir ferdin rızası bulunmadan, hayatı ve hakkı feda edilmez… Cenab-ı Hakkın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz.”
İktisadi alanda ise Bediüzzaman’ın “sosyalizm ve bolşevizm düsturlarına” karşı çıkması kayda değer. Lem’alar adlı eserinde “müsavat-ı hukuk”u (kanun önünde eşitliği) kesinlikle savunduğunu, ancak “müsavat-ı mutlak” (mutlak eşitlik) fikrinin insanoğlunun yaradılışına aykırı olduğunu anlatıyor. (Liberal iktisat teorisyeni Hayek de aynı şeyi söyler.) Üstad, insanlığın gelişmesinin “en mühim mayası ve zembereği” olarak da “müsabaka”ya, yani rekabete işaret ediyor.
Menderes’e ‘particilik’ uyarısı
Kendisi de Kürt olan Nursi’nin Kürt meselesine dair yazdıkları da enteresan. Tek Parti rejimini, “dinine samimi hürmetkar Türklük milliyetine bütün bütün zıt bir surette, frenlik manasında Türkçülük” yapmakla suçluyor. Ona göre bu rejimin, “Türklerin hakiki bir vatandaşı ve eskiden beri cihad arkadaşı olan Kürtlerin milliyetini kaldırıp onların dilini onlara unuttur(maya)” kalkmış olması da, zaten bu yüzden.
Buradan “frenklik manasında Türkçülük” yapanlardan Kürt meselesinde bir hayır gelmeyeceği sonucu çıkabilir ki, bugünün CHP’sine şöyle bir bakmak, bu öngörüyü fazlasıyla doğruluyor.
Bediüzzaman’ın bir de 50’lerin sonlarında “İslamiyet’in bir kahramanı olan Adnan Menderes”e yazdığı bir mektup var ki, içindeki bazı uyarılar bugüne de ışık tutabilir. “İslamiyet’in pek çok kanun-i esasisinden birisi”nin “birisinin cinayetiyle başkaları, akraba ve dostları mesul olamaz” hükmü olduğunu hatırlatarak şöyle diyor:
“Halbuki şimdiki siyaset-i hazırada particilik taraftarlığıyla, bir caninin yüzünden pek çok masumların zararına rıza gösteriliyor… taraftarları veyahut akrabaları dahi şeni gıybetler (dedikodular) ve tezyifler (aşağılamalar) edilip… kin ve garaza ve mukabele-i bilmisile mecbur ediliyor .”
Oysa, diyor, Bediüzzaman; “madem Cenab-ı Hak bu tehlikeli zamanda bir kısım hakiki dindarların başa geçmesine yol açmış, Kur’an’ı Hakimin bu kanun-u esasisini kendilerine bir nokta-i istinad ve onlara garazkarlık edenlere karşı siper yapmak lazım geldiğini, zaman ihtar ediyor .”
Evet, risalelerde pek çok hikmet, pek çok bilgelik var. Bize bunları hatırlatan Risale-i Nur Enstitüsü’ne tekrar teşekkür ediyorum.
Star, 24.03.2010