Demokratikleşme, statükoyu tasfiye ediyor. Bunu ne durdurmak mümkün ne de ‘müzakere’ etmek. Kimse daha az ‘demokrasi, özgürlükler ve hukuk devleti’ rejimine razı olmaz.
Bir iktidar mücadelesi ve paylaşım mekanizması olan siyaset ancak bu değerler ve kurumlar çerçevesinde yapıldığında meşrudur. Meşru zeminler dışında iktidar ve imkân peşine düşenlerin alanı iyice daralıyor. Siyaset, siyaset dışı aktörlerin desteğiyle rakiplerini etkisiz hale getirmenin sanatı değil artık.
Bu ülkede, seçimlerde yenemediği siyasi partinin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasından medet ummayı siyaset yapmak sanan insanlar oldu. Yüksek yargıdaki adamları, nüfuzları, ideolojik akrabalıkları üzerinden siyaseten baş edemedikleri hükümetleri etkisiz hale getirmeyi meslek haline getiren politikacılar gördük. Ama deniz bitti, statüko tükendi.
Son anayasa değişikliğiyle yeniden yapılanan AYM artık kimsenin ‘arka bahçesi’ olmamalı. Başkan Haşim Kılıç’ın dünkü konuşması, bu noktada çok ümit verici. AYM, özgürlüklerin ve hukukun bekçisi olmalı, bürokratik/ideolojik vesayet rejiminin değil. Artık ‘muhtıralar’ doğrultusunda kararlar veren, siyasi parti kapatmayı iş edinen, milli iradenin yerine geçerek açıkça anayasayı ihlal eden bir AYM görmek istemiyoruz.
‘Tüm toplumlarda özgürlük, demokrasi ve daha çok hukuk isteklerine ilişkin güçlü sesler yükselmekte, buna cevap veremeyenler ise yıkılıp gitmektedirler. Değişime karşı çıkan, çağın nabzını tutamayan statükonun kibirli mensupları artık halkı ikna edememektedir’.
Bu sözler Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’a ait. ‘Statükonun kibirli mensupları’ bir bir geri çekiliyor. Özgürlük ve hukuk ilkeleriyle bağdaşmayan kararlar verdikçe, politikalar ürettikçe toplumsal değişim taleplerine yenik düştüler. Soyut bir şekilde ‘çağ’a, ‘hayat’a yenildiler demek istemiyorum; statüko, somut bir gerçeklik olarak ‘bu’ toplumun demokrasi ve özgürlük iradesine yenildi.
Kılıç’ın sözleri ‘yeni AYM’nin gelecek döneme ilişkin yol haritası niteliğinde. Beklenti açıktır; halk yüksek yargıdan devletin ideolojisini muhafaza etmek adına vesayet rejimini korumasını değil, özgürlük ve hukuk taleplerinin karşılanmasını istiyor.
Kılıç’ın sözünü ettiği ‘statükonun kibirli bekçileri’ni son yıllarda en çok yargıda gördük. Yargısız demokrasi olmaz. Yargı artık demokratik reformlar önünde takoz olmaktan çıkmalı; toplumsal ve ekonomik gelişmenin, siyasal reformların önünü açan bir zihniyete kavuşmalı. Darbeleri alkışlayan, darbecilerden ‘brifing’ alan, onların istekleri doğrultusunda kararlar veren bir yargı açıktır ki toplumsal gelişmenin çok gerisinde kalmıştır. Son on yılda reform kanunlarını bile gerici-statükocu bir yoruma tabi tutarak değişimin önünü tıkayan yargı dönemi bitmiş olmalı.
Artık ‘hukuk’un özgürlükçü yorumlarını bekliyoruz; hukukun evrensel ilkelerine, uluslararası insan hakları sözleşmelerine atıfta bulunan, içtihatlarını özgürlüklerin genişletilmesi lehine kullanan bir yargı…
Kısaca, yargı daha fazla gecikmeden toplumun, ekonominin ve siyasetin değişimine ayak uydurmalı. Türkiye değişirken, demokratikleşirken, dünyayla bütünleşirken yargının yerinde sayması, anti-demokratik statükoyu hukuk dışı kararlarla savunması mümkün de değil, doğru da.
İçe kapanan değil, topluma ve dünyaya açılan; özgürlüklerin ve hukukun bekçisi bir yargı mümkün. Bürokratik ve ideolojik vesayetten çıkmış özgürlükçü bir yargı, bu ülkenin başına gelebilecek en güzel şey. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının egemen olacağı; yargının da bu özelliklerini daha özgür bir toplum lehine kullanacağı yeni bir dönem başlamalı.
Bu süreçte yüksek yargının içindeki ender ‘özgürlükçü’ yargıçlardan olan Haşim Kılıç’a, AYM Başkanı olarak büyük bir görev düşüyor. Hukukun ve mevzuatın özgürlükçü yorumlarını kamuoyu ve hâkim/savcılar dünyası ile paylaşması başlı başına değerli bir işlev. ‘Statükonun kibirli mensupları’nı en iyi tanıyan şahsiyetlerden Haşim Kılıç’tan yargının zihniyet dönüşümünde artık hakikaten etkin bir rol oynamasını bekliyorum. Beklenen gün, bugündür.
Zaman, 19.10.2010