Başörtüsü konusunda ezber bozmanın zamanı geldi, geçiyor. TİKAD’ın Metropoll araştırma şirketine yaptırdığı ‘Başörtüsü ve toplumsal uzlaşma’ başlıklı çalışma, tartışmanın içeriğini ve yönünü değiştirecek yeni bulgular taşıyor.
Şimdi bazı ezberleri gözden geçirelim. Başörtüsünü siyasi bir sembol olarak mı takıyorlar? Yıllarca bazı kesimler başörtüsünü ‘siyasi bir üniforma’ gibi gördü. Bu gerekçeyle başörtülüleri üniversiteye sokmadıkları gibi, icat ettikleri ‘kamusal alan’ lafıyla da neredeyse sosyal alanda bile yasaklamaya kalktılar. Neymiş efendim? ‘Başörtüsü, masum değil; bir siyasi duruşun sembolü’ymüş.
Bugün anlaşılıyor ki bu ‘iddia’ bir safsatadan ibaret. Bu ülkede kadınlar başlarını ‘siyasi bir mesaj’ vermek için örtmüyorlar. TİKAD’ın araştırmasına göre başörtülü kadınların % 93’ü ‘inançları gereği’ başlarını örtüyorlar. Peki, başını ‘siyasi bir sembol’ olduğu için örttüğünü söyleyen başörtülü kadınların oranı kaç biliyor musunuz? Sadece binde bir. Toplumun genelinde başörtülülerin siyasi bir mesaj vermek için örtündüklerini söyleyenler ancak % 1. Evet, yanlış duymadınız. Artık ezberlerinizi gözden geçiriniz; kadınlar başlarını ‘inançları gereği’ örtüyor, siyasallaştırmıyor. Bu nedenle de başörtüsü yasağını inançlarına yönelik bir yasaklama olarak algılıyor. Siyaset veya ticaret yaparken bu gerçeği unutmayın.
Başörtülü kadınlar türdeş bir grup değil, kendi aralarında farklılaşmış durumdalar. Sorunları, ihtiyaçları ve talepleriyle birbirlerinden ayrılıyorlar. Birkaç örnek; başörtülü kadınların % 19’u başörtüsünün hayatlarını olumsuz yönde etkilediğini söylerken bu oran üniversite mezunlarında, memurlarda, serbest meslek sahiplerinde % 60’ı aşıyor. ‘Başörtüsü yasağından dolayı kendinizi haksızlığa uğramış hissediyor musunuz?’ sorusuna başörtülülerin % 58’i evet cevabı veriyor. Ancak kendini haksızlığa uğramış görenler üniversite mezunları arasında % 91’e, serbest meslek mensuplarında % 90’a, üst gelir grubunda % 88’e ulaşıyor.
Enteresan bir paradoks var; geleneksel kesim başörtülüler için başörtüsü ‘özgürleştirici’; kentli, eğitimli, meslek sahibi “modern dindar kesimler” içinse ‘kısıtlayıcı’ bir işlev görüyor. Başörtülülerin % 23’ü başörtüsünün sosyal ve ekonomik hayata katılımında kendilerini ‘kısıtladığı’nı düşünürken bu oran üniversite mezunları, memurlar ve üst gelir gruplarında % 60’ı buluyor. Başörtüsü bir yandan ekonomik ve toplumsal yaşama ‘geleneksel’ kadınların katılımını kolaylaştırıcı bir işlev görürken ‘modern’ olanların sosyal ve ekonomik hayata katılmalarını kısıtlıyor, çünkü hemen ‘yasaklar’la karşılaşıyorlar. Bu nedenle ‘modern dindar kadınlar’ daha çok haksızlığa uğradıklarını düşünüyorlar.
Başörtülüler ile başı açık kadınlar arasında gerginlik var mı? Yıllarca öyle sandı birileri ve öyle anlattı. Her iki kesimin de kendi gettolarına çekildikleri, birbirlerini ötekileştirdikleri ve dışladıkları söylendi. Ama TİKAD araştırması bunun tersini gösteriyor. Başörtülü ve başı açık kadınlar arkadaş olmak, komşuluk yapmak, aynı işyerinde çalışmak ve hatta çocuklarını ‘diğer’ kesimden kızlarla evermek konularında % 90’lar düzeyinde çekince taşımıyorlar. Başörtüsü kullanmayan kadınların % 76’sı başörtülülerin eğitimlerini bırakmak zorunda kalmalarına üzülüyor; % 88’i onların da kendileri gibi eşit yurttaşlar olduklarını düşünüyor.
Yani, ‘tepe’de görülen siyasal tartışma ve gerilime rağmen ‘taban’da başörtüsü bir gerginlik ve toplumsal ayrışma nedeni değil. Ezberlerinizi bozun; toplum başörtüsünden çatışma çıkarmaya niyetli değil; başörtülüleri normal ve kendinden görüyor.
Başörtüsü sorununun çözümü için toplumsal bir uzlaşı gerektiği söylenegeldi. TİKAD’ın araştırması böylesi bir uzlaşının olduğunu gösteriyor. Örneğin üniversitelerde başörtüsünün serbest olması gerektiğini söyleyenlerin oranı % 78’e ulaşmış. Bundan daha büyük bir uzlaşı olur mu? Üniversitelerdeki başörtüsü yasağının kalkmasının, üniversitelerdeki başını örtmeyen kız öğrenciler üzerinde bir baskı oluşturmayacağını düşünenlerin oranı % 70. Yani ‘mahalle baskısı’ toplumda hiç de yaygın bir beklenti değil.
Sonuç; ‘toplum başörtüsü sorununu çözmüştür’, siyaset (ve de devlet) bu sese kulak vermelidir.
Zaman, 26.11.2010