Fakültedeki odam, üniversitenin en güzel bahçesine bakıyor. Geniş bir alana yayılmış ve içinde çeşitli ağaçların boy verdiği bu bahçe, bilhassa öğlen saatlerinde, bütün fakültelerin öğrencilerinin buluştukları bir mekân oluyor. Kimisi burada yemeğini yiyor, kimisi yemekhaneden dönüp burada bir çay molası veriyor. Kimisi çimlere yayılıp müzik dinliyor, kimisi ise hararetli bir şekilde tartışıyor.
Bahçe her daim işlek
Bahçenin iki işlevi daha var: İlkin, diş hekimliği ile tıp fakültelerinin ortasında yer alan bahçe öğrenciler ile halkın iletişimini sağlıyor. Çünkü bu fakültelerin hastanelerine gelenler, sıra beklemeleri gerektiğinde veya bir nefes almak istediklerinde vakitlerini bu bahçede geçiriyorlar. Bir ihtiyaçları olduğunda öğrencilere danışıyorlar, öğrenciler onlara yardım etmeye çalışıyor ve böylece aralarında bir irtibat doğuyor.
İkincisi, bahçemiz aynı zamanda bir eylem sahası görevi de görüyor. Herkesin yolunun kesiştiği bir yer olduğu için üniversitedeki öğrenci dernekleri stantlarını burada açıyorlar ve öğrenciler eylemlerini genellikle burada yapıyorlar. Onlar eylem yaptığında hemen polisler de bahçede boy göstermeye başlıyor. Kısacası bahçe her daim işlek, cıvıl cıvıl ve hareketli bir görüntü sunuyor.
Yerden çıkan demirler
Bundan kısa bir süre önce bahçede bir çalışma başladı. O günlerde üniversiteye doğal gaz şebekesi de çekiliyordu; dolayısıyla bahçede yapılan kazı dikkat çekmedi. Evet, bahçe biraz tahrip edilmişti ama nasıl olsa kısa bir süre sonra eski haline dönecekti.
Fakat öyle olmadı; doğal gaz çalışması bitti ama bahçe kazılmaya devam ediyordu. Derken çalışmanın boyutları büyüdü, bahçe boydan boya kazılmaya ve kazılan yerlerden demirler fışkırmaya başladı.
Bir gün bir gazeteci arkadaşım aradı, “Hocam, üniversitede bir duvar yapılıyor, haberiniz var mı?” diye sordu. Haberim yoktu. Arkadaşıma, bir kazı çalışmasının olduğunu ama bunu anlamlandıramadığımı söyledim, ardından da ekledim: “Ama herhalde bir duvar yapıyor olamazlar.” Üniversitenin orta yerine bir duvar çekileceğine ihtimal veremiyordum. Ancak çok geçmeden yanıldığım meydana çıktı. Arkadaşım haklıydı; üniversite yönetimi, güvenlik gerekçesiyle bir duvar inşa etmeye karar vermişti. Üniversite yönetimine göre yapılacak bu duvarla girişler kontrol altına alınacak ve eylemlere dışarıdan katılımın önü kesilmiş olacaktı.
Her sorun ‘güvenlik’ sorunu
Üniversitede ciddi bir rahatsızlık yaratan ve öğrenciler tarafından çeşitli eylemlerle protesto edilen bu karar yönetimin nasıl üniversite ve öğrenci tasavvuruna sahip olduğu gözler önüne seriyor. “Güvenlik”i temel bir değer olarak gören üniversite yönetimi, özgürlük”ü ise –en iyi ihtimalle- ikinci planda tutuyor. Bu nedenle üniversiteyi özgürlüklerin bir mekânı haline getirmek için kafa yormuyor, hakları genişletmenin yolunu aramıyor, sorunlara özgürlükçü bir perspektifle çözümler üretmekten kaçınıyor. Bunun yerine her sorunu bir “güvenlik” sorunu olarak görüyor, çözüm için asayiş tedbirlerine bel bağlıyor ve nihayetinde ortaya “duvar” çıkıyor.
Bilinen zihniyet
Bu zihniyet, üniversite öğrencisinin de YÖK Kanunu’nun “Yükseköğretimin amacını” belirten 4. maddesinde tarif edilen bir öğrenci gibi olmasını arzuluyor.
Söz konusu madde;
* Atatürk ilke ve inkılâpları doğrultusunda Atatürk milliyetçiliğine bağlı,
* Türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini taşıyan, Türk olmanın şeref ve mutluluğunu duyan,
* Toplum yararını kişisel çıkarının üstünde tutan, aile, ülke ve millet sevgisi ile dolu olan,
Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getiren” bir öğrenci tipi çiziyor.
Anakronik düşünce
Yani öğrenciden, bir öğrenci gibi değil, bir asker gibi davranmasını talep ediyor. Öğrenciden araştırmasını, sorgulamasını, karşı çıkmasını değil, sorgulamasızın itaat etmesini bekliyor.
Bu zihniyet, sadece derse girip çıkan ve yanında yöresinde ne olup bittiğiyle alakadar olmayan öğrenci profilini “makbul öğrenci” olarak kabul ediyor, buna karşılık toplumsal sorunlarla ilgilenen ve gerektiğinde buna tepkisini ortaya koyan öğrenciyi ise tehlike görüyor ve onu ördüğü duvarların arasına sıkıştırmak istiyor.
Bu öğrenci ve üniversite tasavvurunun son derece anakronik olduğu açıktır. Anakronik bir düşünceyi ise, duvarlara yaslanarak ayakta tutmanın imkânı yoktur. Hiç kimsenin kuşkusu olmasın, bu duvar gün gelir yıkılır, inşa edenlere ise duvarların yıkıldığı bir çağda duvar örmenin ayıbı kalır.
Radikal, 28.10.2010