Hükümetin başlattığı anayasa değişikliği girişimi karşısında yürürlükteki anayasal düzenden hoşnut olmayanların ne yapması gerekir?… Bugüne kadar Anayasanın toptan yenilenmesi veya değişmesi gerektiğini savuna gelenler, bir hafta-on gündür eksik-gedikleri ortaya dökülen bu paketi desteklemeli mi yoksa buna karşı mı çıkmalı?…
Ben daha önce, eksik-aksak taraflarına rağmen bu girişimi desteklememiz gerektiğini yazıp-söyledim. Genellikle liberal-demokratlar ile sol-demokratların bir kısmı da aynı yönde tutum belirtti. Buna karşılık, bazı solcular ya paketin içeriğini kısmen yanlış buldukları ya da baştanbaşa yeni bir anayasa yapılmasına ihtiyaç olduğunu düşündükleri için, AKP’nin bu girişimine destek vermiyorlar. Bunlara bazan “Üçüncü Yol”cular deniliyor.
Kemalistler ise zaten Anayasa’ya hiç dokunulmamasından yanalar. Bunların da sureta bir gerekçeleri var. Diyorlar ki, bu değişiklikle AKP kendi vesayet rejimini kurmaya çalışıyor.
Bu yazıda “Üçüncü Yol” taraftarlarının tezini eleştirmek istiyorum. Evet, bu grubun da söylediği gibi, Türkiye’nin bu meseledeki gerçek ihtiyacının, sivil-demokratik yolla baştanbaşa yeni bir anayasa yapmak olduğunda ben de hemfikirim. Ancak, iktidar partisinin bu yöndeki daha önceki girişiminin akamete uğradığını biliyoruz. Bu başarısızlığın münhasıran AKP’nin izlediği yöntemin kusurlu olmasından ileri geldiği de herhalde söylenemez. Başarısızlığı hazırlayan nedenlerin halâ değişmemiş olduğunu düşünürsek, bugün de böyle bir girişimin başarılı olma şansı bulunmadığı açıktır.
Peki öyledir diye, Anayasada kısmi bir değişiklik de yapmayalım mı?…
Evet, anayasa değişikliği paketinin aksak-gediklerini öne çıkaranlar öyle diyorlar, ama ben bu tutumun yanlış olduğunu düşünüyorum. Evet, bu paketin eksik-aksak tarafları çok, ama “yanlışları”nı da abartıyorlar. Doğrusu, var olan yanlışların çoğu değişiklik süreci içinde düzeltilmesi mümkün olan teknik aksaklıklardır. Şu da var ki, kimilerinin “yanlış” olduğunu ileri sürdükleri öneriler, bürokratik vesayeti geriletmeye veya yargının demokratik meşruluğunu artırmaya yönelik olan, özünde doğru önerilerdir. Yani, burada yanlışlık-doğruluk değil, yaklaşım farkı söz konusudur.
Tuhaf bir şekilde, bu “farklı yaklaşım” sahipleri demokratikleşmeyi esas olarak siyasal katılmanın (kadınların desteklenmesi, seçim barajının kaldırılması veya düşürülmesi vb. yollarla) artırılmasında görüyor, buna karşılık demokratik siyaset alanı üstündeki bürokratik vesayetin demokratikleşme bakımından temel önemini anlamaz görünüyorlar. Bu açıdan bakıldığında, hükümetin değişiklik paketinin içeriğini yanlış bulan kesimin alâyişli demokratlık söylemine rağmen, bunların seslendirdiği kimi önerilerin hükümetinkinden daha “ileri” olmaması şaşırtıcı değildir.
Aslına bakılırsa, “üçüncü yol” taraftarlığıyla ilk defa karşılaşmıyoruz. Hatırlanacağı gibi, daha önce de, AKP hükümetinin üniversitelerdeki başörtüsü yasağını anayasa değişikliği yoluyla kaldırma girişimine karşı çıkan başka “üçüncü yolcular” vardı. Onlar da “Neden sadece başörtüsü yasağı kaldırılmak isteniyor? Özgürlükler neden bir bütün olarak ele alınmıyor?” diyorlardı. Oysa, hükümetin bu meselede izlediği yolun isabetli olmadığını o zaman ben de yazmıştım, ama bu girişimi yine de yazılarımla ve imzamla desteklemiştim. Açıktır ki, bazı şartlarda “mükemmel”de ısrar etmek “mümkün” olanın bile sonsuza dek ertelenmesine yol açabilir.
Bugün de yapılması gereken, “olması gereken”e ilişkin perspektifimizi kaybetmeden, imkân dahilinde olanın gerçekleşmesine destek vermektir. Bu arada, “uzlaşmaya dayalı” tamamen yeni bir anayasa konusunda ısrarlı olanlara gelince: Eğer bu konuda samimi iseniz, mümkün olana karşı çıkmak ve AKP’nin bu yöndeki girişimini eleştirmek yerine, öncelikle anayasa değişikliğine yanaşmak istemeyen kendi ideolojik akrabalarınızı uzlaşmaya çağırın.
Star, 03.04.2010