Özgürlük önemli bir siyasal kelimedir. Bu basit bir cümledir ve bunu herkes bilir diyebiliriz. Tekrarlamak gereksiz görünebilir. Tek bir cümlenin anlatıcılığı sınırlıdır da diyebiliriz – ki sıklıkla öyledir. Fakat bunlar onun gerekliliğini geçersiz kılmaz. Aynı zamanda, hayata birey, kendilik ve yaşam tercihlerinin serbestliği üzerinden bakanların belki de vazgeçemeyeceği bir cümledir.
Özgürlük, Türkiye’de de siyasetin ilgi alanında bir kelime, elbette. Sıklıkla kullanıldığına şahit de oluruz. En otoriter-totaliter ideolojilerin gözlüklerinden hayata bakanların bile yeri geldiğinde “severek” kullandıkları bir kelime – kavram. Ancak Türkiye’de siyasi yelpazenin – olduğu kadarıyla – aynı zamanda kendi beklentilerinin, isteklerinin, çıkarlarının elinde oyuncak halinde de kullanılan bir kelime. Gerektiği yerde, gerektiği şekilde, çıkar maksimizasyonunun joker kartı benzeri…
Son zamanlarda ise, özgürlük, “Toplumun ahlâkını tehdit edici” davranış ve sözleri gerçekleştirdiği iddia edilen “olay ve gelişmeler” konusunda, devlet ve devletin otoriteryen davranışlarından kendi dünyasının kabulleri ile hareket eden ve düşünenlerin “rahatsızlık” duydukları bir kelime haline getirildi.
Öncelikle, “kadınların” açık giyinmesinin ve cinsel yönden “tahrik edici” davranışlarının rahatsızlık verici olduğu dile getirilirken, zamanla bunun nasıl “toplumda ve ahlâkta” yeri olamayacağını İslamcı-Muhafazakâr kesim bolca dile getirir oldu. Tabiî “dile getirmenin” yetersiz olacağını düşündüklerinden, devlet ve “kurumları” harekete geçme ihtiyacını hissetti. Üstelik devletin bugünkü idarecileri ve bürokrasisinin bir kısmı, yakın zamanlara kadar “başörtüsü” ve “kapalılığı” bolca özgürlük argümanları dahilinde savundu. İktidarın verdiği muktedirlik ve rövanş alma hisleri ile özgürlüğün alanını sınırlamak veya kaldırmak ise içine düştükleri tutarsızlık denizinin büyüklüğünü göstermekte.
Ahlâk ve Bireysel Özgürlükler
Bu alt başlık ve konu tüm olağanlığıyla elbette çok geniş ve kapsamlı. Burada şunu söylemek gerekli. Ahlâkî tercihlerin, bireysel özgürlükleri engellemesinde hukukun kapsamına nasıl alınmaya çalışıldığını görüyoruz. Keyfilik, objektifleştirilemeyecek argümanlar, fikrî tutarsızlıklar ve siyasal haksızlıkların “ahlâkî kabuller” dahilinde hukuk üzerinden kontrol aygıtlarına dönüşmesi açıkça bir otoriteryenizm yansımasıdır.
İslamî siyaset büyüdüğünü hissettikçe “başkalarını” kontrol etmenin hakkı olduğunu neredeyse açıklıkla dile getirmesinde “anormal” bir durum yok haliyle. İslamizm, otoriter-totaliter bir ideolojinin dahilinde. Bu tarz ve tercihin dışında olmak isteyenlerin “ılımlılığı” neredeyse aşağılayıcı diller ile küçümsenir oldu. Üstelik, İslam dininin içeriklerinin yorumlanmasında veya uygulanmasında tekel halinde benzeri tutumlarla bunların nasıl “din dışı” olduğu bile söylenir halde. İslamizm içi tartışmalar, İslamî olmayan, olmak istemeyen ve böyle bir mecburiyetin içinde asla tutulamayacak insanların hayatları üzerinden dahi tartışılır vaziyette. Birinin İslamî bir hayat yaşayıp yaşamayacağı, “İslam’da zorlama yok mudur var mıdır?” tartışmaları ile siyaseti şekillendirmeye çalışanların beklenti – arzuları dahilinde ve kontrolünde değildir ve özgür bir ülkede olamaz.
Bir kadının giydiği kıyafeti veya kıyafetinin yokluğu, başka bir kişiyi cinsel olarak uyarmasından bu kişinin duyduğu rahatsızlık, o kişinin kendi içinde engellemesi gereken bir duygudur – ki böyle engellemelerin sağlıklı olup olmadığı çok tartışmalıdır-. Üstelik “davranışlardan” tahrik olma meselesi de var. Bu konu dahilinde “objektif” geçerliliği olacak bir giyim ve davranışı engelleyecek bir argümanla siyasetin makro düzeyinde henüz karşılaşmadım. Ortaya konulan zayıf fikirler liberal tezlerle kolaylıkla çürütülebilir.
Tam yeri olduğu için geçmişteki bir örneği burada tekrar dile getirmekte fayda var. Atilla Yayla, yıllar önce katıldığı bir Habertürk siyaset-tartışma programında, kendini dönemin muktediri ve başkalarının hayatları – kıyafet tercihleri üzerinde otorite olarak gören bir köktenci-koyu Kemalist bir İstanbul Üniversitesi öğretim üyesine; “eğer yarın iktidar elinizde olmazsa ve üzerinde otorite konumunda olduğunuz kesimler yarın iktidarda olur ve aynı şekilde size davranırsa hangi tutarlı argümanları kullanacaksınız?” manasında bir argüman yöneltmişti. Liberal fikirlerin çok uzun zamana yayılmış tutarlılığının ve öngörülerinin yansımalarından bir tanesidir bu.
Özel mülkiyetin en derin ve geniş mana ve kapsamlarından biri, kendi bedenine ve yaşamına sahip olmaktır. Bireyin kendiliği ile ilgili olan ve diğerleri üzerinde doğrudan etkilerinin gözlemlenmesi objektif olarak mümkün olmayacak durumlarda, bireyin bedeni ve hayatı üzerindeki tasarruf ancak bireye aittir. Nasıl ki birey, ister kamusal ister özel hayatı dahilinde bedenini tamamıyla kapatabiliyorsa, aynı denklemde “tamamıyla çıplak” bir şekilde de var olabilir. En azından, özgür bir hayat bunu içerir.

