Önceki yazımda ana akım iktisatçılardan olan Acemoğlu’nun Ulusların Düşüşü kitabını eleştirmiştim. İfadelerim biraz sert tonda idi çünkü bir araştırmacının yapmaması gereken hataları yapmıştı. Bu sefer ise çoğunlukla ana akım iktisadın dışından gelen kişilerin düşüncesine eleştiri yazıyorum. Üstelik bu defa eleştiri yapmak benim için daha hassas bir konu. Çünkü Acemoğlu’nu kişisel olarak tanımıyordum. Fakat imzacı iktisatçıların bir kısmı benim arkadaşım, bir kısmı bizzat üniversiteden hocam, bir kısmı tanıdığım bildiğim insanlar. Bu yüzden bu yazıyı yazmakta tereddüt ettim. Aralarında kişisel olarak tanıdığım iktisatçı hocaların iyi niyetinden şüphem yok. Kimsenin kalbini de kırmak istemem ama bu konuda fikir ayrılığına düşmüş olduk. Bu kadar zamanda bütünlüklü bir metinle cevap veren de neredeyse olmadı. Sadece Sol haber portalında bir eleştiri yazısıyla karşılaştım. İmzacılar konuyu asgari ücret kapsamına hapsetmiş ve birçok sektörün devletleştirilmesi gibi bir programla kesin çözüme ulaşılabileceğini ifade etmiş. Bu görüşe de katılmıyorum. Anlaşılan tek başımayım ve birkaç gün geç kalmış da olsam doğru bildiklerimi bu yazımda anlatacağım.
Öncelikle bu konu nasıl başladı? Merkez Bankası Başkanının %25 zam yapılabileceğini telaffuz etmesiyle konu gündeme geldi. Halbuki Merkez Bankası başkanının bu konuda görev ve yetkisi yok. Taşradaki ilçe kaymakamının asgari ücret hakkında konuşması ne kadar tuhafsa Merkez Bankası başkanının fikir beyan etmesi aynı şeydir. Bir önceki Merkez Bankası başkanı da yabancı sermaye getireceğini iddia ediyordu! Merkez Bankası başkanları neden görev ve yetkilerinin dışındaki konularda fikir beyan ediyor? 1211 sayılı kanunu okumadan mı başkanlık yapıyorlar? Bunun üzerine Hazine ve Maliye Bakanı da benzer oranda bir açıklama yapınca konu netleşti. İlgili komisyonda asgari ücrete gerçekleşen enflasyonun altında bir zammın yapılmasının planlandığı anlaşıldı ve gelecekte enflasyonun ne olacağı hedeflense bile belirsizdi. İşte bu noktada birtakım iktisatçılardan asgari ücret bildirisi geldi.
İmza toplama yönteminin “bakın bizim gibi düşünen kişiler ne kadar kalabalık” mesajı vermenin dışında hiçbir işe yaramadığını düşünüyorum. Ben konudan haberdar olduğumda 118 iktisatçı idi. Bu yazıyı yazmaya başladığımda 150’ye yakın kişinin olduğu ifade ediliyor. Belki daha da artacak. İmza toplama yöntemindeki kalabalık gösterme telaşı ana fikrin önüne geçiyor. Bilimsel konuşacaksak kalabalık gösterme çabası anlamsız değil mi? Doğru olan sözü tek kişi tek başına söylese doğru olmayacak mıydı? Ben tek başımayım. Tek kişi olmam söylediklerimin değerini azaltır mı?
Her ne kadar hiçbir işe yaramadığını bilsem de bu yöntemi kullananların ifade özgürlüğünü kullandıklarını düşünüyorum. Yurtdışında Financial Times gibi gazetelerde de benzeri ilanlar verildiğini zaman zaman görüyoruz. Bu bildiri de çeşitli muhalif gazetelerde haber oldu. Fakat ilginç bir şekilde haberin içeriğinde imzacılar sayfa sayfa listelenirken imza koydukları metin yer almadı. Konunun ana teması gazetecilik refleksiyle haber yapılmış fakat bahsedilen konu teknik bir konudur. Bu kadar iktisatçının uzlaştığı teknik meselenin ayrıntıları nerede? İlgili metni bu işi organize eden iktisatçıların X hesabında gördüm. Metnin başlığı; “Asgari ücret politikası ve enflasyon yükünün adil dağılımı” imiş. Başlığı görünce benim beklentim oldukça teknik ve ayrıntılı bir açıklamayla karşılaşmaktı. Fakat başta 118 iktisatçının biraraya gelip bu kadar netameli bir konuda hazırlanan metinde sadece beş adet cümle kurmuş olmasına oldukça şaşırdım. İşlerin bu noktaya nasıl geldiğine hiç değinmeden cümle kurmayı başarmışlar! Demek ki onlara göre her şey bu kadar açık, basit ve çözümü de kolaydı! Peki, yazdıkları 5 adet cümle bize ne anlatıyor?
Metnin ilk cümlesinde yüksek enflasyonun dar gelirli ve asgari ücretlinin yaşam standartlarını düşürdüğünü ifade etmişler. Sanki asgari ücretli olmayanların yaşam standartlarını düşürmemiş gibi! Piyasada dar gelirliye ayrı, işveren veya yüksek ücretliye ayrı fiyat mı uygulanıyor? Yüksek enflasyon herkesi olumsuz etkilemiyor mu? İlgili iktisatçılar daha ilk cümlede asgari ücretli olmayan vatandaşların olumsuz etkilenmelerini dışlamışlar. İkinci cümlede hükümetin uyguladığı para ve maliye politikalarının enflasyonla mücadele doğrultusunda şekillendiğini söylemişler. Açıkça ifade etmemiş olsalar da hükümetin problemin kaynağına yönelik politika geliştirmeye çalıştığını itiraf etmiş oldular. Üçüncü cümlede asgari ücretin % 25 olarak belirlenmesinin bilimsel ve sosyal açıdan kaygı verici olduğunu söylemişler. Fakat bu kaygıyı iddia ettikleri bilimle ve daha açık hesaplamalarla açıklamamışlar! Dördüncü cümlede maddeler sıralamışlar. İlk maddede enflasyonla mücadelenin toplumsal maliyetinin adil dağıtılmasını istemişler. Fakat bu adalet arayışına nedense işverenleri dahil etmemişler. İşverenlerin dikkate alınmadığı bir çözüm sizce adil olur mu? Enflasyonun sebebi işverenler mi? Dördüncü cümlenin diğer maddeleri ilk maddenin gerekçelerini oluşturmuş. Son cümlede ise 150’ye yakın iktisatçının çözüm önerisini görüyoruz; gerçekleşen enflasyon oranında asgari ücrete zam yapılsın ve gelir dağılımı adaletine dikkat edilsin. Hayatında hiç iktisat eğitimi almamış, yoldan geçen birine dar gelirliler yüksek enflasyon altında eziliyor ne yapmalıyız diye sorsak, onlar da ne kadar enflasyon varsa o kadar zam yapılsın diyeceklerdir. Teknik bir açıklama yapmayan imzacı iktisatçıların buldukları çözüm önerisinin maalesef ekonomiyi hiç bilmeyen bir vatandaşın bulacağı öneriden farkı yok! Peki asgari ücrete en az gerçekleşen enflasyon oranında zam yapıldığında gelir dağılımı problemi çözülecek mi? Cevap belirsiz. Bu metin şaşırtıcı şekilde amatörce yazılmış ve aslında tek bir şey söylemek dışında hiçbir şey söylemeyen bir yazı. O da; asgari ücrete en az gerçekleşen enflasyon kadar zam yapılsın. Yani gerçekleşecek senaryo şöyle olacak: Nedenini açıklayamadıkları gerekçeler yüzünden fiyatlar artıyor, fiyatlar ne kadar artarsa en az o oranda zam yapılacak. Bu zam toplam talebi arttıracağı için yine fiyatlar artacak. Yine en az artış oranında zam yapılacak ve fiyatlar yine artacak. Kısaca imzacı iktisatçıların önerdikleri çözüm, fiyatları kovalamaktan başka bir şey değil. İmzacı iktisatçılar asgari ücretin gerçekleşen enflasyon kadar artmasının fiyatları etkilemeyeceğine dair fikirlerini söyleyecek ve bulabilirlerse çeşitli çalışmaları da bu yazının altına ekleyeceklerdir. Fakat gerçek piyasa ile kanıtlı olmayan beyaz kâğıda basılmış makalelerin hiçbir anlamı yok. Çünkü bu işin bir fiyat kovalamacası olacağına dair geçmiş kronik enflasyon dönemlerinden tecrübelerimiz var.
Benim kuşağımdaki iktisatçılar eğer iktisat tarihçisi değilse sadece Türkiye’nin son 20 yılını teoriyi bilerek bilinçli olarak gözlemleyebildi. İmzacı olan kıdemli iktisatçılar Türkiye’nin daha önceki kronik enflasyonlarını bilmezler mi? Gerçekten de fiyatları kovalayarak mı gelir dağılımındaki adaletsizliği çözeceğimize inanıyorlar? Asgari ücret 35 bin lira olduğunda bu iş çözülecekse o zaman neden 50 bin olmasın? Neden 60 bin olmasın? Nasıl olsa karar vericiler cebinden ödemeyecek. Asgari ücreti 200 bin yapsınlar mesele kökünden çözülsün o halde? Çözülür mü? Eminim imzacılara sorsak olur mu öyle şey deyip, asgari ücretin 200 bin olması koşulunda ekonomide birtakım problemlerin çıkacağını söyleyeceklerdir. Nedir bu problemler? Asgari ücretin bu denli arttığını gören çalışmayan insanlar da işgücü piyasasına yönelecektir. Herkesi karşılayacak bir işgücü talebi olmazsa yani ekonomi bu durumu karşılayacak oranda büyüyemezse (kısa vadede olması da imkânsız) bu durum arz fazlası yaratacaktır. İşgücü piyasasında oluşan arz fazlasına işsizlik denir. Ek olarak artan işgücü maliyeti karşısında işveren mevcut işçilerden 200 bin liralık katkı sunmayanları işten çıkarmayı düşünecek ya da yeni işçi istihdam etmeyecektir. Bu işten en çok zararı da deneyimsiz oldukları için aylık 200 bin liralık katkı sunamayacak olan yeni mezun işsizler görecektir. Çünkü iş bulmaları zorlaşacaktır. Demek ki asgari ücret artışı herkes için eşit düzeyde fayda yaratmayacaktır. Üstelik asgari seviye 200 bin olunca daha nitelikli çalışanların ve devlet memurlarının ücretleri de bu seviyenin üzerine çıkacaktır. Böylece 200 bin ve üzeri maaş alanlar piyasada toplam talebi arttıracağı bu durum enflasyonu körükleyecektir. O halde asgari ücretin 200 bin lira olması durumunda hangi problemler ortaya çıkacaksa 35 bin lira olduğunda da aynı problemler baş gösterecek. Çünkü burada yöntem yanlıştır.
Piyasada fiyatlar ne politika yapıcıların emirleriyle ne de bilim adamlarının manifestolarıyla belirlenemez. Çünkü ilgili alışverişin muhatabı işveren ile işçidir. Maliye bakanı değil, Merkez Bankası başkanı değil, üniversite hocası da değil. İşgücü fiyatına merkezi bir otorite tarafından sürekli yüksek oranda taban fiyat konulması niteliksiz işçiyi ömür boyu asgari ücrete bağımlı yaşamaya itmeyecek mi? Aslında ekonomide rakamlar sadece görüntüden ibarettir. Zahiridir. Asıl olan rakamların arkasındaki değerdir. Cebimizdeki banknotun tek anlamı onunla satın alabildiklerimizdir. O halde rakamlarla oynayarak değeri arttırabilir misiniz? Tüm mesele budur. Emir verdim ücret/fiyat artsın demekle arkadaki değer artar mı? Fiyatlar ve ücretler emir yoluyla değerlenir mi? Asgari ücreti emirle düşük tutanlarla emirle yüksek belirleyenler arasında teknik olarak hiçbir fark yoktur. Çünkü işgücü fiyatı işgücü talep edenlerle işgücü arz edenler arasında oluşur. Bu dengeyi bozarak taraflardan birini kanun yoluyla korumaya çalışmak diğerinin aleyhine olacaktır. Bu dengeyi bozmak adil mi? Halbuki çalışan kişiyi en iyi kendi nitelikleri korur. İşini iyi yapan deneyimli ve nitelikli bir çalışan işveren için kıymetli olacağı için alacağı ücret de daha niteliksiz çalışanlardan daha yüksek olacaktır. Dolayısıyla işgücüne yardım etmenin en iyi yolu çalışanlara herkese uyan tek bir ücret uygulamak değil, istedikleri ücret konusunda pazarlık etme imkânı sağlamaktır. Asgari ücret uygulayarak gelir dağılımı adaletsizliğinin çözüldüğü de hiçbir yerde görülmemiştir.
Şimdi ilgili iktisatçılar bu anlattıklarım üzerine asgari ücretin işsizlik yaratmadığını, gerçekleşen enflasyon kadar toplu asgari ücret zammı yapmanın toplam talebi etkilemeyeceğini iddia eden çeşitli makaleleri bu yazının altına sıralayacaklardır. Peki, aksini söyleyen makaleler, Nobel ödüllü iktisatçılar ne olacak? İktisat öyle bir çalışma alanıdır ki bir soruya birbirinden zıt cevapları içeren makaleler bulmak oldukça mümkündür. Hangisini referans alacağız? İktisat kitaplarında yer alan klasik teoriyi (yani işgücü piyasasında asgari ücret adıyla taban fiyat uygulamanın arz fazlası yani işsizlik yaratması iddiasını) gerçekçi bulmayan, hatta küçümseyen bu iktisatçılara asıl sorulması gereken soru şudur: siz hiç asgari ücreti cebinizden ödediniz mi? Bu soruya ben akademik bir iktisatçı olduğum halde üç kuşak tekstil işi yapmış bir ailenin ferdi olarak rahatlıkla cevap verebilirim: Ben ödedim. Asgari ücretin hiçbir probleme deva olmadığını kuşe kâğıda basılmış iktisada giriş kitabından değil, iş hayatının içinde öğrendim. Bir işletmenin kapanma noktasını gösteren grafiği imzacı hocalarım iyi bilir. Peki hayatınızda hiç şirketiniz iflas etti mi? Benim aile şirketim etti. İflas etmenin kalemle grafiği çiziktirmek kadar kolay olmadığını deneyimledim. Emin olun gösterebileceğiniz hiçbir ders kitabı veya makale bundan daha gerçekçi değildi. İmzacı iktisatçılardan kişisel olarak tanıdıklarım içinde iki tanesi dışında (tanımadıklarım da dahil edilirse belki birkaç daha fazla) hiçbirinin hayatlarında bir şirket sahibi olmadıklarını ve maaşlı personel çalıştırmadıklarını biliyorum. Pek tabiî ki kanserin tedavisini bulmak için kanser hastası olmak gerekmez. Fakat gerçekçilik ararken yaşamadığınız bir senaryoda başkasının bütçesi hakkında karar vermenin konforuyla imza atmak ne kadar da kolay değil mi!
Aslında çok da ayrıntıya girilmemiş olan bu beş cümlelik paragrafta yüksek enflasyonun bedelini dar gelirlilerin ödememesi isteniyor. Buna ben de katılırım. Peki o halde kim ödesin? Yüksek enflasyonun sorumlusu işverenler mi ki faturayı sadece onlar ödesinler? Yüksek enflasyonun faili kim? İmza atacak kadar cesur olan iktisatçıların bu sorunun cevabını da verecek kadar yürekli olmaları gerekir. Adalet arayışında olan imzacı iktisatçıların öncelikle faili tespit edip ortaya çıkan faturayı da onun ödemesini istemeleri daha adil olmaz mıydı?
Günün sonunda asgari ücret uygulamasının kaldırılması gündemde değil. Umarım ilgili komisyon imzacıların talebi doğrultusunda gerçekleşen enflasyon oranında veya daha fazla zam yapar. Böylece 3-6 ay içinde enflasyon, işsizlik ve gelir dağılımı rakamlarını gözlemleyip yeniden değerlendirebiliriz. Sonraki zam dönemi geldiğinde ise bu yazının ikincisini yazacağım. Yapılacak olan zammın hangi derde deva olabildiğini o zaman göreceğiz! Zaman hangimizin haklı olduğunu gösterecektir.