Liberal Düşünce Topluluğu’nun 2024-2025 dönemi İstanbul buluşmalarının ilki, geçtiğimiz hafta sonu yapıldı ve bir süredir gündemi işgal eden sokak köpekleri meselesi ele alındı. Panelin ilk konuşmacısı, bu konuyu yazılarında da sık sık işleyen Prof. Dr. Atilla Yayla idi.
İnsanlar ile hayvanların eşdeğer tutulmasını yanlış bulduğunu söyleyen Yayla “hak” kavramının sadece insanlar için kullanılabileceğini, hayvan haklarından bahsedilemeyeceğini belirttikten sonra, sahipsiz köpek sayısındaki artışın insan ve çevre sağlığına olumsuz etkileri üzerinde durdu, milyonlarca köpeğe barınaklarda bakmanın yükleyeceği maliyete dikkat çekti.
Panelin ikinci konuşmacısı Dr. Hakan Olgun insan-hayvan ilişkisini felsefî boyutta ele aldığı konuşmasında, insanın hayvana üstünlüğü görüşünün karşısına 1970’li yıllarda “hayvan hakları”ndan söz eden yeni bir tezle çıkan Singer, Regan ve Francione’un görüşlerini özetledi.
Panelin son konuşmacısı Doç. Dr. Sibel Doğan’dı. İnsanın duygusal gelişimi üzerinde son derece olumlu etkilere sahip hayvan sevgisini ihmal ederek konuyu sadece ‘sorun’ boyutuyla ele alan bir yaklaşımın tek yönlü ve yanlış olduğunu vurgulayan Doğan, sokak köpekleri sorununa daha vicdanî çözümler üretmenin hem mümkün hem de gerekli olduğunu söyledi, diğer ülkelerin bu soruna yaklaşımıyla ilgili örnekler verdi.
Dinleyicilerin söz aldığı katkı ve soru-cevap bölümü, en az panel kadar renkli tartışmalarla geçti. Söz alanların tamamına yakını sahipsiz sokak köpeklerinden az veya çok şikâyetçi idi. Katılımcılardan biri, komşusunun köpeğinin havlamaları yüzünden geceleri uyuyamadığından dert yandı. Köpek korkusu olan kimi katılımcılar “sahipli köpeklerin de kendilerini ürküttüğünü” dile getirince, birkaç sene önce hava almak için gittiğim parkta şahit olduğum şu hadiseyi hatırladım.
Yanımdaki bankta iki hanım oturuyordu. Bağıra çağıra konuşan bir grup genç geldi ve öbür yanlarındaki banka oturdu. Gençlerin birinin yanında buldog tipi iri bir köpek vardı. Hanımlardan biri, korktuğunu söyleyip köpeği uzaklaştırmalarını istedi. “Korkma abla, dedi çocuk, hiçbirşey yapmaz”. Kadınlar ısrar edince “Bu köpek de bu mahallede oturuyor. Bu parkta oturmaya sizin kadar hakkı var. Çok rahatsız olduysanız siz kalkın”. Daha ötedeki bank boşalınca kadınlar oraya geçti.
Bu saygısızlık köpek sahiplerinin veya hayvanseverlerin hepsine mal edilemez elbette. Fakat bilhassa sokak köpekleriyle ilgilenenlerin ekseriyeti hırçın ve saygısız tipler. Köpeklerin psikolojisini ve ihtiyaçlarını bu kadar önemseyenlerin, insanların ‘köpek korkusu’ dahil olmak üzere duygularını, temiz bir çevrede yaşama, yollarda emniyet içinde yürüme, parkta huzur içinde dinlenme gibi ihtiyaçlarını da önemsemesi gerekmez mi?
Parkta gördüğüm gibi iri ve yırtıcı köpeklerin şehir içinde sahiplenilmesine kesinlikle müsaade edilmemeli, meskun mahaldeki iri ve yırtıcı köpekler derhal itlaf edilmeli. Keza sahipli de olsa bütün köpekler, ağızlık ve tasmayla dolaştırılmalı. Sahipli köpeklerin tamamına, üçüncü kişilerin canına ve malına vereceği zararı karşılayacak şekilde sigorta mecburiyeti getirilmeli. Bu önerinin köpek sahipliğini caydıracak bir maliyet artışı getireceğinin farkındayım. Fakat nasıl ki araç sahipleri trafik sigortası yaptırmadan yola çıkamıyorsa, köpek sahipleri de bu tür bir sigorta giderine katlanmalı. Sigorta şirketleri bu yönde bir kanun çıkartılması için lobi yapmalı.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yayınladığı bir rapora göre sadece İzmir’de 500 bin sokak köpeği var. Bu köpeklerin sokağa bıraktığı dışkı pek çok hastalığa davetiye çıkarıyor. Başıboş köpek sayısına bağlı olarak kuduz vakalarında yaşanan artıştan söz etmiyorum bile. Sineklerle mücadeleyi herkes desteklerken, sokak köpeklerinin yaydığı hastalık riski niçin görmezden geliniyor?
İnsan hayatıyla başka bir canlınınkinin karşı karşıya geldiği her durumda, insan hayatı tercih edilmeli. Bu can Hitler ve Netanyahu gibi bir caniye, bir hayduta yahut Öcalan ve Gülen gibi bir teröriste ait olsa bile… İnsanın menfaatiyle hayvanınkinin çeliştiği durumlarda ise insanın çıkarına öncelik tanınmalı fakat bu öncelik, sınırsız ve kuralsız olmamalı.
İnsanın menfaati öncelikli olmasa ne ata binebilirdik, ne et yiyebilirdik, ne tarla sürebilirdik. Medeniyet şu an bulunduğu yerde olmazdı. Buna mukabil, bütün bunları hayvanlara eziyet etmeden yapmak gibi ahlakî bir sorumluluğumuz var.
İnsanın menfaatine öncelik tanıma kuralının geçerli olmadığı yerler de var. Meselâ dağ başına çıkmışsanız yahut bir ormanın ortasında veya Afrika’da bir savanada yaşamaya karar vermişseniz burada ne çok vahşi hayvan var diye şikâyet edemezsiniz. Vahşi hayvanlar saldırmamışsa, hayatta kalmak için avlanmak dışında onları öldüremezsiniz. Buna mukabil yerleşim yerlerinde yaşayan hayvanlar da insanların koyduğu kurallara tâbi olmalı. Zira her horoz kendi çöplüğünde öter.