Geçen hafta, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanan ve tüm camilerde okunmak üzere gönderilen Cuma hutbesinde, “içki içmek ahlâksızlıktır” sözü sarf edildi. Bu söze itiraz edenler çıktı. Bazıları, hayli sert bir tutum takınarak, asıl bunu söyleyenlerin ve söylemenin ahlâksızlık olduğunu iddia etti.
Bu meseleye nasıl bakmak lazım?
İlk bakış, doğal olarak, dinî açıdan olabilir. İçkiyi haram yapmış ve içki içmeyi günah saymış bir dinin mensuplarının içki içenleri ve içki içmeyi eleştirmesi olağan. Bunu yapmak genel olarak ifade özgürlüğüne girer. Biraz ağır bir suçlama olsa da bir dindar içki içenleri ahlâksız olarak görebilir ve bunu ifade edebilir. Bu tür suçlamalarla karşılaşanlar da ilgili kişiye bir şekilde cevap verir. Ancak, bu hutbenin Diyanet tarafından hazırlanmış olması meselenin boyutlarını epeyce değiştiriyor. Diyanet resmî bir kurum ve bir anlamda devlet adına açıklama yaptığı düşünülebilir. Bu durumda devletin vatandaşlarına karşı izlemesi gereken tarafsızlık ve eşitlik ilkesi bozulur. Devlet içki içmeyen vatandaşlarına pozitif; içki içenlere ise negatif ayrımcılık yapmış olur. Oysa, demokratik devletin vatandaşları arasında şu veya bu sebeple negatif veya pozitif ayrımcılık yapmaması lazım gelir. Bu tutum aynı zamanda Diyanet gibi bir kurumun var olmasını -veya en azından bugünkü formatında var olmasını- sorgulamayı gerektirebilir.
İkinci bakış toplumsal açıdan olabilir. İçki elbette bazen bazı kötülüklere ve suçlara kaynaklık edebilir veya onları bir şekilde teşvik edici olabilir. Burada hürriyetçi demokratik devletin ikili rolü ortaya çıkar. Demokratik devlet bir taraftan isteyen, tercih eden vatandaşların içki içebileceği bir özgürlük ortamını tesis etmek ve korumak diğer taraftan da tüm suçlarla olduğu gibi içki kaynaklı suçlarla da mücadele etmek zorundadır. Demokratik devlet meselâ içki satışını ve içki tüketilen yerlerin işletilmesini şartlara bağlayabilir. Hemen hemen tüm dünyada olduğu gibi içkiye ağır vergiler de bindirebilir. Ama, içki içmeyi toptan ve tümden yasaklayarak içki kaynaklı suçları önleme yoluna gidemez. Hem içkiyi resmen yasaklamak onun fiilen ve külliyen yasaklanması anlamına gelmez hem de muhtemelen içki yasağının başarılı olması için başka yasaklarla desteklenmesi gerekir. Bu da özgürlük ortamının iyice ortadan kalkmasına sebep olabilir.
Bir diğer mesele içki ile ahlâklılık veya ahlâksızlık arasında zorunlu bir ilişki kurulup kurulamayacağı. Bence ikisi arasında zorunlu bir ilişki yok. İçki içtiği hâlde çok ahlâklı hayatlar yaşayan ve içki içmediği hâlde çok ahlâksızlık yapan insanlarla karşılaşmak her zaman mümkün.
Bana öyle geliyor ki merkezî hutbe sistemi bu tür problemler doğurmaya çok elverişli. Başka bir deyişle dinî çoğulluğun var olduğu ve dinlere farklı bakışların bulunduğu ortamlarda dinin devlet içinde yapılandırılması sıkıntılara yol açma potansiyeline sahip. Sıradan insanlar, yani sadece kendisini veya kendi grubunu temsil etme durumunda olanlar, içki ile ahlâk arasında istediği ilişkiyi kurabilir ve bunu ifade edebilir ama bir devlet kurumu olan Diyanet’in bunu yapması epeyce sıkıntılı. Bu yüzden, belki de, Diyanet tarafından hazırlanan hutbelerin, içki içmenin ahlâksızlık olduğu gibi tartışmaya çok açık argümanlara değil de meselâ içkinin İslam dinine göre günah olması gibi argümanlara dayanması çok daha makul ve mutedil bir yol gibi görünüyor.