Son “Kafes” planının deşifre olmasıyla, Deniz Kuvvetlerinde cuntacılığın epey bir zamandır bayağı kök salmış olduğunu anlamış olduk. İki hafta önceki “Politik Açılım” (TRT 1) programında ben de “bu denizcilerin kendi işleri dışında her şeyle ilgilendikleri”ni şaka yollu dile getirmiştim.
Geçen hafta Star gazetesinde Eser Karakaş yazdı: Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı oramiral Yener Karahanoğlu’nun 2006 Eylül’ünde Tuzla Deniz Harp Okulu’nda “açılış dersi” olarak yaptığı tehdit dolu konuşma Komutanlığın internet sitesinde halâ yer alıyormuş. Yazıyı okuyunca, o tarihte benim de bu konuda yukarıdaki başlıkla bir yazı yazmış olduğumu hatırladım (2 Ekim 2006). Orada şunları söylüyordum:
“Bu konuşmanın özünü, muhatabı tam olarak anlaşılamayan bir tehdit oluşturuyor. Mamafih, muhatabın bilerek tasrih edilmemiş olduğunu düşünmek de makul olabilir. Çünkü, bu belirsizlik, askerler gibi düşünmeyen herkesin tehdidi üstüne almasına yol açabilir. Kim bilir, belki de bu tür konuşmaların asıl amacı budur.
Diğer konuşmalarda olduğu gibi, burada da “TSK’yı yıpratmak için işbirliği halinde saldırı” yapanlardan söz ediliyor. Komutan “zavallılar” dediği bu hayalî kişilere önce “sadece acıdıkları”nı söylüyor. Ama bunu duymak bizi pek ferahlatmıyor, çünkü bunların “ya ülkeyi terk etme(ye) ya da Anadolu denizinde boğulma(ya)” mahkum olduklarını da ekliyor. O zaman anlıyoruz ki, bu “zavallılar” aslında “sonlarını kendileri hazırlamış” olmayacaklar.
Aslında vatandaşlar olarak hepimizi ürkütmesi gereken bir tehditle karşı karşıyayız. Çünkü, komutan sözünü ettiği “zavallılar”a acımakla yetinmiyor, onları tehdit de ediyor. Tehdidi yapan da herhangi bir kişi değil, silahlı bir gücün komutanı. Üstelik, komutan ve silah arkadaşları bu “zavallılar”ın kim olduklarını da biliyormuş…
Diyeceksiniz ki, komutanın kastettiği, “TSK’yı yıpratmak için işbirliği halinde” çalışan “dış mihraklar” ile içteki marjinal bir fesatçılar grubudur. Keşke öyle olsa, ama değil. Çünkü, bir Türk komutanın “kendi sonlarını hazırlıyorlar” şeklindeki tehdidi herhangi bir “dış mihrak” için bir anlam ifade etmez ve bunu elbette o komutan da bilir. Onun için, hedefin “iç mihraklar” olduğu açıktır. Ama korkarım ki bu “iç mihrak” –nam-ı diğer: “zavallılar”- toplumun büyükçe bir kısmını, hatta çoğunluğu oluşturuyor.
Çünkü, konuşmasının bütününden anlaşıldığına göre, gerçekte komutanın hedefi Türkiye’nin kamusal işleri konusunda kendileri gibi düşünmeyenlerdir. O belirli bir ideolojik jargonla konuşuyor ve bu konularda vatandaşlar olarak kendisiyle hemfikir olmak zorunda olmadığımız görüşler serdediyor. Kendisi gibi düşünmeyenlerin kendi sandığından çok daha büyük bir topluluk teşkil edebileceği aklına gelmiyor. Daha da vahimi, vatandaşların, herhangi bir konuda silâhlı kuvvetlerin komuta kademesiyle aynı görüşü paylaşmak zorunda olmadığını komutan bilmiyor. Oysa, bu tam da demokrasileri ayırt eden özelliklerden biridir.
Ayrıca, esasta kendisiyle aynı fikirde olsalar bile, doğrudan doğruya politik nitelikte olan ve parlamento ile hükümetin münhasır yetki alanına giren konularda komutanın -üstelik ürkütücü bir üslupla- görüşler serdetmesini de vatandaşlar yanlış ve sakıncalı bulabilirler. Meselâ ben hem vatandaş hem de “anayasa hukukçusu” sıfatımla bu grup içinde yer alıyorum. Ve bu grup ta komutanın sandığından çok daha geniştir.
Öyleyse, “zavallılar” yaftasıyla kastedilen fikren “zavallı” olmak değildir. Her şey bir yana, kamu meseleleriyle ilgili görüşlerin hangisinin doğru veya “üstün”, hangisinin yanlış veya “zavallı” olduğunu askerler belirleyemez. Esasen, demokrasilerde böyle bir otorite yoktur. Şu halde, bu söz, konuşanla muhatabı arasındaki muazzam güç dengesizliğini ima eden bir meydan okumadır: Farklı görüşte olanlara “zavallılar” yaftasını yapıştıranlar, aslında bize kendi “kahredici” güçlerini hatırlatmış oluyorlar. Ne var ki, elinde silâh olanın silâhsızları tehdit etmesi ne medenîliktir, hatta ne de yiğitlik.”
Taka Gazetesi, Trabzon
01.12.2009