Parlamentonun 26 Haziran’da kabul ettiği kanun başlıca iki değişiklik getiriyor. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesine yapılan ekle, sivillerin askeri mahkemelerde yargılanması yolu kapatılmaktadır. Bu ‘adil yargılama’ ve dolayısıyla hukuk devleti açısından önemli olduğu kadar, rejimin askeri görüntüsünü kısmen de olsa azaltması bakımından da iyi yönde atılmış bir adımdır.
Her iki nokta da Türkiye’nin ‘Avrupalılaşma’ çabasını destekleyici niteliktedir. Esasen, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Türkiye’ye karşı yapılan bir başvuru hakkında 2006 yılında verdiği bir kararda ‘mahkemelerin tarafsızlık ve bağımsızlığı’na aykırı olduğu gerekçesiyle askeri yargının sivilleri yargılamasını Sözleşme’nin ihláli olarak değerlendirmişti.
Ayrıca, yine Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250. maddesinde yapılan değişiklik de askerlerin bazı durumlarda sivil mahkemelerde yargılanmasının yolunu açıyor. Daha doğrusu, zaten geçerli olan durumu tasrihen teyit ediyor. Buna göre, aynı maddede belirtilen başka bazı suçları yanında, devlete ve anayasal düzene karşı suçlarından dolayı da askerlerin barış zamanında askeri mahkemelerde değil (sivil) ağır ceza mahkemelerinde yargılanacakları konusunda artık bir tereddüt kalmamıştır.
Onun için, bu değişikliğin halihazırda yürütülmekte olan ve şüpheli veya sanıkları arasında subayların da bulunduğu Ergenekon kovuşturmasına herhangi bir gölge düşürülmesini önlemek saikiyle yapıldığını düşünmek yanlış olmaz. Askerlerin işlediği ve mağduru siviller veya sivil düzen olan suçları yargılarken askeri mahkemelerin askerleri kayırdığını düşündüren yaşanmış örneklerin yarattığı hayal kırıklığı da var tabii. En son Albay Dursun Çiçek olayı da bu kuşkuları maalesef pekiştirmiş görünüyor. Nitekim, askeri savcılıkça hakkında takipsizlik kararı verilen adı geçen albayı Ergenekon savcıları saatlerce sorgulama ihtiyacı duymuş ve adli mahkeme de tutuklamıştır.
Öte yandan, her ne kadar kimi medya kuruluşları Milli Güvenlik Kurulu’nun 30 Haziran’da yaptığı toplantı hakkında 28 Şubat’takine benzer bir hava yaratmak için çabaladılar ve askerlerin sivillere ‘haddini bildirmesi’ni bekledilerse de, çıkan sonuç bu militarist beklentiyi boşa çıkarmıştır. Nitekim, sonuç bildirisi toplantıya sivil iradenin hakim olmuş olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Demek ki, MGK demokratik sistem üzerindeki askeri vesayeti temsil eden bir kurum olmaktan çıkmakta, sivil yönetime milli güvenlik konularında danışma hizmeti veren olağan bir bürokratik kurum haline dönüşmektedir.
Bütün bu olup bitenlerle ilgili olarak CHP liderliğinin sergilediği tutum ise maalesef umut kırıcı olmuştur. Askeri yargının alanını daraltan söz konusu değişiklikten rahatsızlık duymasını, ‘demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları’ndan biri olmasıyla bu partinin nasıl bağdaştırdığını anlamak gerçekten de kolay değil. Hele MGK toplantısı arefesinde sayın Baykal’ın ‘Birkaç saat içinde Cumhurbaşkanı da bu yasanın hiç uygun olmadığını anlama noktasına gelebilir’ derken ima ettiği şey son derece yakışıksızdır.
Son olarak, bu değişikliklerin dava yoluyla önüne gelmesi halinde, Anayasa Mahkemesi de bunu son yıllarda kendi saygınlığına kendi eliyle vurduğu darbeyi teláfi etmek için bir fırsat olarak kullanmalıdır. Onun için, böyle bir durumda Mahkemenin ‘hukuk devleti’, ‘adil yargılama’ ve ‘tabii hakim’ gibi anayasal ilkeleri esas alan sistematik bir yorum yapması beklenir.
Star, 02.07.2009