Dünyada toplumlar homojen olmadığı gibi bizde de değil. Ancak konuşurken ya Cumhuriyet döneminde oluşturulmaya çalışılan yapay tek millet, tek dil, sınıfsız ve imtiyazsız toplum iddiası ile tüm farklılıkları yok sayıyor ya da buna bir tepki olarak farklılıklarımıza o kadar çok atıfta bulunuyoruz ki bu sefer de aynı coğrafyayı paylaşmanın ve tarihi deneyimleri birlikte yaşamanın verdiği ortaklıkları yok sayıyoruz. Halbuki yakın kültür daireleri içinde şekillenen bir geçmişe ve benliğe sahibiz. Bu olumsuz tutum yalnızca etnik ayrımcılığı körüklemiyor, beraberinde dinsel-mezhepsel ayrımları da körüklüyor. Aydınlanmacı dönüşümün sonucu dine ve İslam’a bakışımız o denli ideolojik ki işin doğasından uzaklaşarak inançlarımızı İdeolojik duruşa kurban etmekten çekinmiyoruz. Aleviliğin ve Sünniliğin yarattığı değerlere Batılı bir oryantalist gibi bakarak dini tecrübelerin arasındaki ortak noktaları yok sayıyoruz. Bu durum Alevilik ve Bektaşilik üzerine yapılan çalışmalarda açıkça görülüyor. Aleviliği İslam dairesinin dışına çekmek için her türlü yol mubah sayılıyor.
Cumhuriyet, Sünniliği daha milliyetçi ve şekilci bir hale dönüştürürken Aleviliği de asimilasyona tabi tutmuştur. Bugün Alevilik son çırpınışlarını yaşarken; Sünnilik ise devlet eliyle estetikten yoksun, donuk, sosyal yaşamın kıyısına itilmiş, şekilci bir yapıya dönüştürülmüştür.
Seküler Alevilerin Aleviliği
Çalıştaylar sürecinde bazı çevreler Aleviliğin tasavvufla birlikte anılmasından büyük rahatsızlık duyuyor. Bu nedenle temelsiz ve tarihsel pratiğe aykırı teoriler üretmekten kaçınılmıyor. Aleviliğin tarihsel mirası ile buluşmasını engellemek adına; kütüphanelerin tozlu raflarından, kıyıda köşede unutulmuş yerlerden bize ulaşan ve her gün yenileri keşfedilen metinler bilerek göz ardı ediliyor. Artık geçerliliğini yitirmiş bir tez olan Aleviliğin kitabî değil şifahî bir kültür olduğu iddiası sürekli tekrarlanıyor.
Peki, neden Aleviliğin tasavvufi boyutu yok sayılmak isteniyor? Çünkü Aleviliğin tasavvufi boyutu İslam ile iç içeliğini inkâr edilemez bir şekilde gözler önüne seriyor. Bu boyut silinebilirse işte o vakit Alevilik tamamen İslam dışına çekilebilir ve bazı çevrelerin Ali’siz Alevilik hayalleri gerçeğe dönüşebilir. Amaç ne pahasına olursa olsun Alevileri İslam dairesinden uzak tutmak olduğu için bu durumda Aleviliğin yok olacak olması çok da önemli değil.
Tarikatların yer altına inmeleri ve Diyanet eli ile dine fütursuzca müdahale edilmesi tasavvufi tecrübenin ortak deneyimlerinin unutulmasına, önyargı duvarlarının yükselmesine ve çok zengin bir ortak paydaya sahip olunduğumuzun unutulmasına yol açmıştır. Bu öğretilmiş cehalet eliyle Alevi Cem’i ile Mevlevi ayininin aynı kaynaktan damıtılmış üsluplar olduğu unutturulmuştur. Anadolu’da ve Rumeli’de Alevi-Sünni tarikatlar arasında nasıl geçişkenlikler olduğuna bizzat geçmişte yaşamış mutasavvıfların hayat hikâyeleri şahittir. Bir Bektaşi babası aynı zamanda bir Kadiri şeyhinden ya da bir Halveti şeyhinden icazet alabiliyordu.
Alevi-Sünni bütün tarikatlarda bir terbiye, çile süreci vardır ve Yunus’un Taptuk’un kapısında kırk yıl çile çekmesi ile bir Mevlevi’nin ya da Kadiri’nin pir huzurunda çile doldurması arasında esasta bir fark yoktur. Mutasavvıflara göre Allah’ın türlü türlü sıfatları vardır ve bu sıfatlar müminlerin her birinin kalplerinde farklı şekillerde tezahür eder. Tarikatlar nemalandıkları membaa göre bir meşrep üzeredirler. Yanılgımız bu meşrep farklılıklarını esasın kendisi sanmamızdadır. Hâlbuki meşrepler farklı bile olsa gidilen yol ve amaç birdir. Bektaşi babasının yumuşaklığı ile Nakşî şeyhinin sertliğini çok da abartmamak gerekir. Sonuç itibariyle ikisi de temelde nefs-i emmarenin elinden kurtularak benlik dünyasından kurtulma derdindedir. İnsan mutasavvıfların tabiriyle “anasır-ı erbaa”dan yani dört unsurdan (toprak, su, ateş ve hava) yaratılmıştır. Her kimin yaratılışında bu dört unsurdan biri hakimse mizacı da ona göre olur. İşte tamda bu nedenle A tarikatında kendini bulan bir kimse B tarikatında kendine yer bulamaz.
Sünnilik ve Şiilik şeriat kapısının bekçileridir ve ‘ahkâm’ı, geniş halk kitlelerinin düzenini hedeflerler. Günah, sevap, farz, sünnet ve vacipler ile ilgilenir, herkes için geçerli temel akideler üzerinde durur. İşte bu arayış fıkhı ve fıkıh mezheplerini, beraberinde kelam, hadis gibi ilimleri geliştirmiştir. Şeriat miras hukuku, evlilik akdi, namazın ve orucun şartları, hacc ve zekâtın gereklilikleri, alacak verecek işleri vb. günlük hayatın işleyişinin sınırları ile ilgilenir. Mutasavvıfların tarifi ile hakikat denizinde gemi tarikat ise şeriat dümeni konumundadır. İşte bu yüzden şeriatın (hukukun) kestiği parmak acımaz denmiştir. Şeriat bu nedenle dinin sert yüzüdür ve herkesi ilgilendirir. Şeriatın bu sert yüzü belki de Müslümanları yeterince tatmin edemediği için tasavvuf doğmuş ve çok çeşitli şekillerde ortaya çıkmıştır.
Tasavvuf ortak nokta
Tasavvuf İslam’ın ince ruhudur ve insanı başka bir seviyeye taşımaktadır. İnsanı şeriatın sınırları içinde dolaşan bir kul olmaktan çıkarıp, Hak Teala’ın vahdet bahçesindeki güllerin kokusunu duymaya aracılık eder. Tasavvuf ehli kimseyi şeriatın soğuk yüzü değil aşkın yakıcı yüzü karşılar ve yasaklar üzerine değil yaratanın rızası üzerine hareket eder. Tüm bu güzelliklere rağmen ibaha yoluna sapan ve tasavvufu nefsanî duyguların tatmininin bir aracı olarak görenlerin olmadığını söylemek istemiyorum ancak bunların varlığı gidilen tarik’in suçu olmaktan çok insani zaafların ürünüdür. Şeyh uçmaz mürit uçurur sözünün hakikati biraz da burada gizlidir. Bu tiplere bakarak tasavvufu anlamaya kalkarsak yanılırız. Ve maalesef Aleviler ve Sünniler olarak yitik hazinemizin farkında değiliz ve dünya gailesi ile o kadar meşgulüz ki dinin o ince ruhunun uçup gittiğini göremiyoruz.
Satırlarıma görgü ceminden bir alıntı ile son vermek istiyorum. Gerçeğe Hü, Mümine ya Ali! -Geldiğin Ali yolu, durduğun Mansur dar’ı, gördüğün Hak didarı, Hak cesedine can verdi. Kalbine iman verdi. Ağız talip, dil mürşit Erenler meydanında ne gördün ne işittin?
-Hak gördük, Hak işittik (canlar) -Allah Eyvallah Kapısında, döktüğün varsa doldur. Ağlattığın varsa güldür. Yıktığın varsa kaldır. Doğru gez, dost gönlünü incitme. Mürşide teslimi rıza ol. Yalan söyleme, haram yeme, zina etme. Elinle koymadığın şeyi alma, gözünle görmediğin şeyi söyleme. Gelme gelme, dönme dönme. Gelenin malı, dönenin canı. Riya ile ibadet, şirk ile taat olmaz. Söylediğin meydanın, sakladığın senin. Baş kaldır doğru söyle.
26.02.2011, Star