1920 yılında dünyanın en özgürlükçü ülkesi olarak tanımladığımız ABD’de 13 yıl boyunca sürecek inanılmaz bir yasaya imza atılmıştı; içki yasağı. Sadece kanunlaşmakla kalmadı aynı zamanda anayasada da kendine yer buldu. Genellikle yasaklanan şeylerin cazibesinden bahsedilse de içki tüketiminin eskiye nazaran arttığını gösteren bir veri yok. Ancak elbette insanlar içki içmekten asla vazgeçmedi. Tıpkı bizdeki uyuşturucu gibi içkiyi içmek suç değildi. Suç olan şey içkiyi üretmek, satmaktı. Yani bir polis baskınında içiciler suçsuz, temin ediciler ise kanun kaçağıydı.
Bu gibi örneklerin özgürlükçü felsefeden uzak kalmış memleketlerde yaşanmasını bekleyebiliriz. Esasında her ülke her zaman özgür ve refah durumda değildir. Ancak bizi hayrete düşüren şey anayasasında “mutluluğu arama hakkı”ndan bahseden bir memlekette bunun tecrübe edilmiş olmasıydı. Bu hak her bireyin kendini mutlu edecek şeylerin peşinden koşması konusunda hür olduğunu belirtiyordu.( Elbette özgürlüğün tanımı J.S.Mill’den itibaren zarar ilkesi ile tanımlanıyordu. Yani özgürlüğün sınırı bir başka özgürlük alanına zarar verene kadardı) Dindar insanların dinlerinin, aylak insanların ise aylaklıklarının peşinden koşmasının çatı ismi olarak, mutluluğu arama hakkının Amerikalı insanların elinden alınması onlara çok büyük bir zararla döndü. Üstelik bu kararın çıkmasını isteyen kökten-dinci Protestanlar bile önceden planlanmış ve öngörülmeyen sonuçlarından bihaber olunan bu yasakçı politikaya destek verdiklerine pişman olmuş olabilirler.
İçki yasağının olası faydaları ve zararları üzerine birazcık düşünmek yasakçılığın neye takâbül ettiğini anlamamız için yeterli olacak. Bu yasak için mesai harcayan kanun adamlarınca buradaki fayda yalnızca istedikleri hayat tarzını dayatarak kendi hayat tarzlarını öne çıkarmak olacaktır. Kaldı ki burada bir başarıdan söz etmek de oldukça şüpheli. Elimizde veri olmamasına rağmen uzmanlar içki yasağından sonra içki tüketiminin arttığını söylemekte. Nitekim sizin hayat tarzınızın, doğru, makul ve tercih edilesi olduğunu gösteren objektif bir delilden de yoksunken bu zorlama oldukça zorbaca bir tavır. Peki zararları; yasaktan sonra bireylerin içkileri daha pahalıya aldıkları kesin, zira artık meşru bir şey değil ve rekabetten uzak. İçkinin arzı, artık ancak, illegal iş yürütebilen organizasyonlarca sağlanacak. Bireylerin daha pahalı ürün tüketmesi demek, başka bir iktisadi işlem için tasarrufta bulunacakları maddi kaynağın da yok olması demek. Yasakçılıktan sadece bireyler değil, devletin de önemli bir zararla karşılaşması söz konusu. Zira tüketilen her içkiden vergi alabilecekken artık onu yasakladığı için vergi alamayacak. Peki aslında zarar eden devlet mi? Hayır. Bu bir aldatmaca. Vergileri devletler yaratmaz. Vergiler her bireyin cebinden çıkar. Dolayısıyla devlet, içkiyi yasakladığı için alamadığı vergiyi başka bir ürün veya ürün grubu üzerinde alacaktır. Böylelikle vatandaş hem daha pahalıya içki içecek hem de daha fazla vergi ödeyecektir. Bununla da kalmaz. İllegal bir şekilde bir ürünü temin eden organizasyonlara ne denir? Bu tanıma bir çok isim verilmesi mümkün. Ancak çoğu zaman bu gruplara mafya denir. Amerika’da da bu ismi tam manasıyla üstlenenler vardı. İtalya’dan henüz göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak Al Capone filmlere konu olacak yasa dışı örgütünü 1920-1933 yılları arasındaki Amerikan İçki Yasağı sayesinde büyütmüştü. Yasal yollarla satılamayan ve bireyler için önemli bir ürün olan içki için kolları sıvamış ve bütün yasa dışı faaliyetleri yürütmüş ve bireylerin yasal olmayan bir ürün için fazladan para harcaması ile örgütü öyle büyük bir servetin sahibiydi ki ABD’de bir çok vali ve kongre üyesi Al Capone’a çalışır hale gelmişti. Elbette tüm bu felaketlerin bir sebebi vardı; Kökten-dinci bir Protestan grubun kendi hayat tarzını ön plana çıkarmak için başka hayat tarzlarını bastırma isteği ve bu isteği de yasakçılık ile gerçekleştirme.
…
Tarih bir fen bilimi değildir. Tekerrürlerden ibaret olması aynı şeylerin her denendiğinde aynı sonucu çıkaracağı anlamına gelmez. Elimizde bulunan acı ya da tatlı tecrübelerden ne kadar ders çıkarmamız gerektiğini bize bırakır. O tecrübeleri tekrar tatmak istemek ve onun yolunda ilerlemek de bizlere kalmıştır. Yasakçılığın bu tarzda tecrübelerini görerek hala ondan medet ummak ya ondan gereken dersi almadığımızı -ki bu doğru analiz ve değerlendirmeyi yapmadığınızı gösterir- ya da bu tecrübelerden ders aldığımızı ama başka bir sonuç beklediğimizi –ki bu daha vahimdir doğrudan mantığa meydan okumaktır- gösterir.
Türkiye de yasakçılık konusunda oldukça sicili kabarık bir ülke. Hükümetin ya da hükümeti etkileyebilecek grupların istemediği bir şeyle mücadelenin yolu tek kelime kadar basit; yasaklamak. Halbuki cevabın bu kadar basit ve hızlı verilebiliyor olması bile bu mücadelenin başarıyla sonlanması konusunda gerekli şüpheyi doğurmalı. Uzunca bir süre kapalı kalan Youtube, daha sonra içeriğinde müstehcenlik olduğu iddia edilen kitaplar ve halen kapalı olan Wikipedia bunların en basit örnekleri. Bunların tamamına düşman olabilir, makul ve yaşanılası bir toplumda yerleri olmadığını iddia edebilirsiniz, ki en doğal hakkınızdır. Tamamıyla da mücadele etmenin çok zorlu zahmetli emek gerektiren yolları varken – bunlar, yanlış bulduğunuz şeyleri düzeltmek ve doğrusunu ortaya koymak için sarf ettiğiniz çabadır- en basit yolu tercih ederseniz, aslında sorunu göz ardı etmiş olursunuz. Yani yaşamak istediğiniz toplum için siyasal iktidarı kullanmak, dolayısıyla yasaklamak; sizleri, 1920-1933 yıllarında içki yasağından dolayı hayal ettiklerinden çok uzak bir toplumla karşılaşan Protestan Amerikalılar durumuna düşürür. Son olarak RTÜK denetiminin kapsamına giren bazı sanal televizyon ortamlarında da aynı tarihin bu acı tecrübesini yaşayacağımızdan emin olalım. Yakın geleceği kapsayan bir kehanette bulunacak olursak; RTÜK denetimi ile bu sanal televizyonlar sansüre uğrayacaklar, daha sonra insanlar bu sansürden sıkılıp yasal olmayan sitelere yönelecekler, eskisi kadar abonesi olmayan bu sanal televizyonlar da yayın hayatlarını daraltacak ya da noktalayacaklar. Tam manasıyla fiyasko; devlet müdahalesiyle yemyeşil bir vadinin çöle dönüşmesinden başka ne!
…
İstemediğimiz bir şeyle mücadele gerçek bir çabayı ister. Hele ki hayat tarzlarımızı ve inandığımız değerleri yani mutlu olmak için peşinden koştuğumuz şeyleri başka insanlar da yaşasın istiyorsak, işe tüm bunların bir günde olamayacağına inanarak başlamalıyız. Dinlerin toplumlarda kabulü, dilin kullanımının yaygınlaşması, gündelik hayatımızda zevk aldığımız şeylerin tamamı bin yıllar içerisinde yerleşik bir hal aldı. Tüm bunlar kümülatif bir servetin ürünüdür. Dolayısıyla toplumsal problemler toplumca çözülür. Devletten bu anlamda bir talepte bulunmak sorun olarak gördüğünüz şeylerin üstünü örtmektir ve bu kapsamda devletin yasakçılığına ilk karşı çıkan kişinin de sizin olmanız gerekir. Bir problemle mücadele etme gücü gerçek anlamda özveri, zeka ve yiğitlik ister. Yasakçılık ise, tembel toplumların aracıdır.
Naftalin Dergisi, 10 Ağustos 2019