Aslında kimsenin mucize beklediği ve eğitimi çok da dert ettiği yok.
Biraz sert olacak ama herkes kendi çocuğunu kurtarma gayreti içinde. Geçmişten bugüne ülkenin orta ve üst sınıflarının çocukları zaten hayata 5-0 önde başlıyor. Çeşitli vesilelerle katıldığım birkaç toplantıdaki ilginç bir noktayı paylaşmak istiyorum. Eğitim konusunu çok ciddi bir mesele olarak gören, eğitim sistemimizi yeterince milli ve çağdaş görmeyen katılımcı büyüklerimin hemen hemen tamamına yakınının çocukları çok iyi okullarda okuyordu. Dahası Ak Parti ile birlikte zenginleşen muhafazakar burjuvazi de bu sisteme dahil olmuş durumda.
Dolayısıyla alt sınıfların çocukları kimsenin yeterince umurunda değil. Sanıyorlar ki her yerde iyi kötü bir kalite var.
Şimdi bu hal içinde eğitimin ana sorunları gündeme gelebilir mi?
Sayın Ziya Selçuk bir ara gündeme getirmişti; halbuki ben ve Özgür Eğitim-Sen çok uzun zamandır zorunlu eğitimin neden 12 yıl olduğunu sorguluyor. 12 yıl zorunlu eğitim, kime zarar kime kar artık bu ciddi şekilde tartışılmalı. Defalarca yazdım, siz bir çocuğu 6-7 yaşından 18-19 yaşına kadar okul denen ideolojik mekanizmanın içine tıkarsanız ürünlerin çoğu zayi olacaktır. Mesleki yönlendirme yapamayan bir sistemden ne fayda umuyoruz ki?
Bakan yeni reformu açıkladı ve güzel şeyler de söyledi. Öğrenci lehine gibi gözüken birçok düzenleme var. En azından yıllardır söylediğimiz 15-16 farklı ders teröründen çocuklar kurutulacak gibi ve bu bile bir kazanım.
Ama, koca bir aması var bu işin. Ders sayısı azalsa bile daha önemli bir sorun var. Eğitim felsefemizdeki en sakat noktalardan birine dokunulup dokunulmayacağı belli değil. Belki bir yıllık bu hazırlık döneminde bu nokta da dikkate alınır, nitekim sayın bakan da bu konuya geçenlerde değindi.
Nedir bu nokta? Bazıları kızacak ama direkt mevzuya gireyim; bu müfredatın uygulanmasında baraj olacak mı yoksa eski tas eski hamam yine çocuklar yalandan sınıf atlayacaklar mı?
Net soruyorum, ÖĞRENCİ HİÇ BİR ŞEY YAPMASA BİLE LİSEYİ BİTİREBİLECEK Mİ?
Çünkü şimdiki not sisteminde bir çocuk elini kolunu sallaya sallaya 12 yılı bitirebiliyor.
Bu soruya cevabımız “EVET”se geçmiş olsun. Değil İzlanda’dan isterseniz Japonya’dan en iyi hocaları getirin yine hiç bir şey değişmez.
***
Bir devlet için her yıl iyi eğitim almış 30-40 bin kişilik bir beşeri sermaye yeterlidir, gerisi zaten hamallık işler için gerekli. Hamallık iş diyorum ama mevcut sistem tam da burada çuvallıyor. Çocuklarımız hamallık iş dahi yapamaz hale getiriliyor.
Bir de bir portfolyo muhabbeti var. Çocuğun tüm etkinlikleri kayda geçecek. Peki, sonra ne olacak? Sanırım, üniversite yerleştirmelerinde bu dosyalardan da bir nebze faydalanılacak. İyi de MEB’in okullarında bu iş nasıl yürür?
Söyleyeyim size, performans ve proje değerlendirmeleri nasılsa öyle. Yani, veli baskısı ile olmayan etkinlikler ile bu dosyalar şişer.
Dahası bir eğitim sistemi, öğretmene saygınlık kazandırmadan işle(ye)mez. Öğretmene saygınlık nasıl kazandırılacak? O da çok zor. Öğretmenin hiçbir önemli aşamada karar mercii olamadığı bir sistemde bu zaten mümkün değil. Öncelikle öğretmenlere biçilen bakıcılık (!) rolünden vazgeçilmesi gerekiyor.
İş dönüp dolaşıp yönlendirmeye geliyor. Evet, öğretmenler de yönlendirmelerinde yanılabilirler ama bu oranın çok çok yukarılarda olacağını sanmıyorum. Bütün çocukları kaybetmektense en az zarara razı olmalıyız.
Her çocuk akademik eğitim alacak diye bir kaide yok, temel yeterliliğe sahip olamayan öğrencileri illa sistem içinde tutma hastalığından vazgeçmeliyiz.
Yeni sistem için ya 8. sınıf ya da 9. sınıf baraj olarak belirlenmeli. Yoksa her şey yine boşa gider. Sonra da üniversitelere el atmalıyız. Yüzlerce üniversite olmaz. Adam gibi 15-20 tane ihtisas üniversitesi belirleyip gerisini ara eleman yetiştiren mesleki okullara dönüştürmeliyiz. Ve üniversite dediğiniz de taşrada olmaz.
Yazılacak şey çok ama şimdilik bu kadarı yeter.
Karar, 29 Mayıs 2019