Hayır hayır.Tayyip Bey’le Mehmet Tezkan arasında hakemlik edecek değilim. Politikacılar mı sussunmuş, yazarlar mı? Yoksa ikisi birden mi? Ortaokul münazara konusu bile olamayacak kadar ilkel bir polemiğin neresinden gireceksiniz?
Sadece, Başbakan’ın durduk yerde, hiç de öyle sinirlenecek bir şey yokken “devlet düşmanı, vatan haini” gibi laflar sarf etmesi karşısında duyduğum şaşkınlığı belirtip geçeyim.
Benim asıl yazmak istediğim, yıllardır rahatsız olduğum bir başka konu: Köşe yazarlarının boyuna köşe yazarlığı hakkında konuşup durması, boyuna ahkâm kesmesi…
Tam 31 yıldır yazı yazıyorum. Köşe yazarlığına nasıl baktığım ya da kendi köşemi nasıl algıladığım üzerine yazdığım yazı sayısı ikiyi, üçü geçmez.
Ama bakıyorum, bizim arkadaşların en vazgeçilmez yazı konusu kendi meslekleri ve meslektaşları…
Birbirlerine sataşarak reyting yükseltmeye çalışan sahne sanatçıları gibi durmadan kapışıp duranları saymıyorum bile. Onlara gülüp geçiyoruz. Benim asıl gıcık olduğum, “fikir yazısı” kıvamına sokulmuş meslek içi didişmeler.
Neleri okurlarla paylaşmıyorlar ki… (!)
Gazetecilikte muhabir mi köşe yazarı mı daha vazgeçilmezmiş…
Yazar birinci tekil konuşmalı mıymış; kendisinden ne kadar bahsetmesi uygun kaçarmış, muhabirlerden rol çalıp haber özetlemesi doğru muymuş… Bütün bunların yazardan yazara değişen şahsi seçimler olduğunu, zaten yazarın şahsi seçimi ile okur tercihleri buluşuyorsa başarının, buluşmuyorsa başarısızlığın geldiğini; bunun dışında herkesi belli bir köşe yazarı prototipine uydurmaya çalışmanın saçma ve imkansız olduğunu bile bile uzatıyorlar da uzatıyorlar.
Bir aralar köşeler kimin malı diye bir konu tutturmuşlardı. Aylarca Türkiye’nin en önemli meselesi buymuş gibi yazdılar da yazdılar. Sonra bir ara “İbrahim Tatlıses’ten yazar olur mu” diye kazan kaldırdılar. Size ne oluyor? Bırakın da Tatlıses’ten yazar olup olmayacağına onu okuyanlar karar versin. Nitekim olamadı, barutu ancak birkaç yazıya yetti ve kendiliğinden çekildi gitti.
Dillerine doladıkları konulardan bir başkası da köşe yazarı sayısı oldu hep. Bu kadar çok köşe yazarı olur muymuş; gazete başına şu kadar düşüyormuş, oysa Batı’da şu kadarmış. Ellerinden gelse bir lonca kurup başına geçecek, mesleğe girişleri loncanın iznine bağlayacaklar.
Haftada kaç yazı uygun düşer konusu Başbakan’ın ilk kez ortaya attığı bir tartışma değil. Bu konu da köşeciler tarafından pek sevilen ve sık sık gündeme getirilen bir konudur. Her seferinde Batı’da yazarların haftada bir ya da iki yazı yazdığı, bizimkilerin yaptığının orada mucize sayılacağı da eklenir.
Eğer bütün bunları, köşe yazarları derneği ya da Gazeteciler Cemiyeti gibi bir meslek örgütü çatısı altında oturup tartışsalardı diyeceğim bir şey olamazdı.
Ama, milyonlara açık köşelerde yapıyorlar bunu. İşin sadece sonuçlarıyla yüz yüze gelen, arka planıyla ilgilenmesi için hiçbir sebep olmayan okurlar önünde tartışıyorlar. Ve bu halleriyle ne kadar egosantrik bir grup haline dönüştüklerini, cemaatleştiklerini, derin bir sübjektivizm içinde kendi meslek içi tartışmalarını “en ilginç tartışma” zannettiklerini fark bile etmiyorlar.
***
Aslında ben yazı yazmanın nasıl bir iş olduğunu uzun uzadıya anlatmayı bile antipatik bulurum. Herkes bir işle meşgul sonuç olarak. Kimisi bilim üretiyor, kimisi mekânlar yaratıyor, kimisi de yazı. Hepsinin içinde fikir var, yaratıcılık var, heyecan var. Ama siz iktisatçıların, mühendislerin ya da doktorların “bizim iş nasıl bir şeydir, nasıl yapılır, nasıl yaşanır” diye öyle uzun boylu konuştuğunu duydunuz mu?
Yazarların boyuna yazı yazmanın nasıl bir şey olduğundan bahsedip durmalarını bir çeşit görev istismarı olarak görmem bu yüzden.
Yani diyorum ki kısacası, size o kalemleri işiniz üzerinde değerlendirmeler yapın diye vermediler, işinizi yapın diye verdiler.
Susun ve yazınızı yazın. Bırakın yaptığınız işin anlamı, değeri ve kalitesi konusunda tüketicileriniz konuşsun.
04.12.2009, Bugün