Yıllar akıyor ve biz hep aynı yerde durduğumuz izlenimine kapılıyoruz; çünkü aynı sorunları, konuları ve kurumları tartışıyoruz. Aslında derin bir dönüşümden geçiyoruz.
Örneğin dış politikada bir ‘paradigma değişimi’ gerçekleşiyor. Dört yanında düşman arayan, çatışma ve gerginlik odaklı bir dış politika anlayışından etrafındaki tüm ülkelerle işbirlikleri kurmaya çalışan bir vizyona ulaşıyoruz. Bölgeyi askerî gücüyle korkutan bir ülke, yerini, demokrasisi, ekonomik kalkınması ve kültürel ürünleriyle bir cazibe merkezi haline gelen Türkiye’ye bırakıyor. Kıbrıs sorununu çözmeye kararlı, Ermenistan’la normalleşmeyi tercih eden, Irak Kürtleriyle barışan, yani etrafına barış ve istikrar ihraç eden yeni bir Türkiye…
Aynı zamanda ‘kendi’ doğruları olan bir ülkeden söz ediyoruz. Davos’ta Başabakan Tayyip Erdoğan, İsrail’in Gazze’de yaptıklarına ‘one minute’ diyerek yıla damgasını vurmuştu. İsrail’in elinde adeta tutsak olan bir halka yapılanlara vicdanlı bir siyaset adamının hesapsız tepkisi derin izler bıraktı Türkiye, dünya ve bölge siyasetinde. 1 Mart tezkeresinin reddine benzer bir şekilde Türkiye bölge halklarının yüreklerini kazandı. Başbakan Erdoğan, Batılı bir uzmanın tarifiyle Arap dünyasında adeta bir ‘pop star’ muamelesi görmeye başladı. İsrail’in yaptıklarına yüksek sesle itiraz edebilen bir Türkiye’nin bölge siyasetinde ağırlığı arttı. İsrail ile Suriye arasında arabuluculuk işlevi darbe gördü, ama bu süreci yok eden zaten İsrail’in Gazze saldırısıydı.
Biraz da yükselen bu profilin etkisiyle Türkiye güney komşularıyla tarihinde görülmemiş bir işbirliği ağı kurdu. Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesi kararı, vizenin kaldırılması, kurulan yüksek istişare heyetleriyle ekonomik ilişkilerin canlandırılması… Benzer bir şekilde hem merkezî Irak hükümeti hem Kuzey’deki bölgesel Kürt yönetimi ile yeni köprüler kuruldu, ortak vizyonlar inşa edildi.
Bunlara karşın Davos olayı İsrail’in tepkisini çekti. İşbirliği içinde olduğu her ülkeden bölgede yürüttüğü politikalara mutlak destek bekleyen İsrail doğal olarak hayal kırıklığına uğradı. Medyada Davos’un hemen ardından ‘İsrail bizi cezalandıracak’ paniği yaşayan ve yaşatmaya çalışanların dediği olmadı ama. Aksine, İsrail’in Türkiye’ye ihtiyacının altı çizildi yıl boyunca. İsrailli yetkililerin de ilişkileri onarmak adına çok uğraş verdikleri görüldü. Aba altından sopa gösterenler de vardı. Peres’in durduk yere Türk ordusunun siyasete müdahalesine övgüler dizmesi anlamlıydı. Ancak 28 Şubat, medyası ve paşalarıyla geride kalmıştı.
Ama yine de uluslararası medyada etkinlikleriyle ‘Türkiye eksen mi değiştiriyor?’ sorusunu gündeme getirmeyi başardılar. Bu bağlamda ‘hükümet mağduru’ bir medya grubunun desteği de çok işe yaradı doğrusu. İki ‘hükümet mağduru’ güç, birlikte çalışarak dünyanın her yerinde AK Parti ve Erdoğan aleyhine yoğun bir kampanya yürüttüler. Obama yönetiminden dışlanan ‘neo-con’lar da bu ittifaka katıldı tabii. Yine de bu blokun faaliyetleri medyada ve bazı düşünce kuruluşlarında ses getirse de ABD ve Batılı ülkeler yönetiminde etkili olamadı.
Aksine Obama, ilk denizaşırı ziyaretini Ankara’ya yaparak Türkiye’ye biçtiği değeri gösterdi. ‘Model ortaklık’ kavramı ile belki de Türk-Amerikan ilişkilerinde ilk defa ‘eşitlik’ ilkesine dayanan bir işbirliği dönemi açıldı. Ayrıca, Türkiye’de ‘muhataplarının’ sivil iktidar olduğunu gayet iyi anlayan bir Amerikan yönetimi var karşımızda.
Öte yandan AB ile de bir ‘tren kazası’ yaşamıyor Türkiye. Müzakere başlıkları açılmaya devam ediyor, Türkiye’siz bir AB’nin siyaseten cüce kalacağı kanaati giderek yayılıyor. AB Komisyonu, Türkiye’ye ilişkin en olumlu ilerleme raporunu bu yıl yazdı. Ergenekon soruşturmasını demokrasi için bir fırsat olarak değerlendiren, Genelkurmay’ın soruşturmaya müdahalesini kınayan bir rapordu bu. Kısaca, yıllar demokrasiye, özgürlüğe ve barışa doğru kıvrılıyor.
Zaman, 29.12.2009