Yarın 14 Mayıs, Türkiye tarihinin en önemli günlerinden biri. Ne yazık ki 14 Mayıs’ın öneminin ve değerinin hakkıyla takdir edildiğinin söylenmesi hayli zor. Bu Türkiye için hem bir zaaf hem de utanç verici bir durum.
Okuyucunun ve gazete yönetiminin anlayışına sığınarak bu mevzuda beş sene önce kaleme aldığım bir yazıdan bazı alıntılar yapmak istiyorum:
“Türkiye İstiklâl Harbi veya Millî Mücadele adı verilen savaştan başarıyla çıkıp… tarih sahnesinde belirdi. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının öncülüğünde yürütülen mücadelenin sonunda anayasal monarşiden cumhuriyete, imparatorluktan ulus devlete geçildi.
Bu cumhuriyetin hak ve özgürlüklerle de demokratik siyasi mekanizmalar ve süreçlerle de ilgisi yoktu. Başka bir deyişle yeni cumhuriyet demokratik olmayan bir cumhuriyetti. Ulus devlet ise ideal bireyi ve toplumu oluşturmayı gerekli gören bir zihniyete dayanmaktaydı. Bu yüzden Osmanlı’nın anayasal monarşi geleneği ve çok partili hayat birikimi tümüyle reddedildi.
Siyasi otorite halka dayanmıyordu. Devlet toplumun diline, dinine, kıyafetine müdahale etti. Pozitivist bir anlayışla laikliği toplumu dinden arındırma olarak anladı ve uyguladı. Osmanlı’da canlı olan fikir hayatı ve İstanbul başta olmak üzere büyük şehirlerdeki sivil toplum oluşumları tasfiye edildi.
1925’ten 1945’e kadar süren diktatörlük devresinde iktidar mutlaktı. 1924’te devlet kontrolü dışında doğan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası tasfiye edildi… 1930 Serbest Cumhuriyet Fırkası tecrübesi de devlet kontrolünde başlayan ve yine devlet tarafından tasfiye edilen bir deneme oldu… Atatürk’ün ölümünden sonra iktidar İnönü’ye geçti ve baskı daha da arttı…
II. Dünya Savaşı’nın sona ermesi dünyada bir demokratikleşme dalgası meydana getirdi… Türkiye Batı’nın baskılarına cevap vermek ve içeride biriken ve patlaması hâlinde iktidar elitlerini silip süpürecek stresi boşaltmak için sistemi demokratikleştirme sürecini başlatmak zorunda kaldı. İnönü ve adamları Hüsnü Mübarek’in Mısır’da yaptığı gibi sistemi görünürde çok aslında tek partili bir sisteme dönüştürerek yola devam etmek istiyordu. Halkın CHP’yi velinimet olarak gördüğüne ve serbest seçimlerde iktidara getireceğine inanıyordu. Bu umutla ve yoğunlaşan dış baskıların da tesiriyle İnönü… sözünden caymadı ve süreci devam ettirdi…
Demokrat Parti muhalefet partilerinin ilki değildi ama en önemlisiydi… Adnan Menderes’in idaresi altında CHP’ye meydan okumaya ve alternatif olmaya başladı. DP’nin kutlu yürüyüşü 14 Mayıs 1950 seçimlerindeki zaferiyle sonuçlandı ve tek parti diktatörlüğünü iç savaş çıkmadan, tek kurşun sıkılmadan… devirmeyi başardı. Şüphe yok ki bunun asıl şerefi Menderes ve arkadaşlarına aitti. Ama İnönü de sözünden caymayarak ve seçimi kaybedince iktidarı devrederek müspet bir rol oynadı. Bu, İslam dünyasında eşi benzeri görülmemiş bir vakaydı. Hâlâ da tekrarlanamadı…”
Türkiye 14 Mayıs ile demokrasiye böylece ulaştı. Bu gidişte elbette iç ve dış faktörler aynı anda etkili oldu ve birbirini bütünledi. Dış faktörlerin önemi abartılamaz. Türkiye o yıllarda sosyalist modele daha yakındı. İdareciler mutlak iktidarı elde tutmak için sistemi tümden sosyalizme çevirmeyi seçebilirlerdi. Ancak, SSCB’nin Türkiye’den toprak ve Boğazlarda hak talepleri bu ihtimâli ortadan kaldırdı. Türkiye mecburen Batı’ya yöneldi. Bu da demokrasiye geçişi hem hızlandırdı hem de kolaylaştırdı.
Demokrasiye geçiş elbette toplumun özgürlükle tanışmasını da sağladı. DP iktidarı süratle CHP yönetiminin insan haklarına aykırı uygulamalarını ortadan kaldırmaya başladı. Böylece baskıcı rejimden iyice bunalmış olan toplum bir nefes alma imkânı buldu. Aksi takdirde, sanırım, çok kan dökülecek bir iç savaş patlaması hiç de hafife alınamayacak bir ihtimâldi. Bu yüzden, 14 Mayıs olmasaydı Türkiye tek parti yönetiminden ne zaman ve hangi maliyetlerle kurtulabilirdi, tahmin etmek zor.
14 Mayıs, Hürriyet ve Demokrasi Günü olarak anılmayı ve kutlanmayı gerçekten hak eden bir gün…
Türkiye Gazetesi – 13.05.2022
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/atilla-yayla/626976.aspx