Yargıtay Başkanı’nı dinlerken yoruldum.
Teorik temeli zayıf, yer yer ideolojik mesajlar veren ve tabii her zamanki gibi CHP’yi hoşnut edecek türden vurguları olan uzun bir konuşmaydı.
Gerçi Hasan Gerçeker en azından nezaketli biri.
Ama onun bu özelliği, sonuçta kendisinin ve temsil ettiği kurumun ideolojik kimliğini örtmeye yetmiyor.
Gerçeker de son tahlilde, diğer pek çok meslektaşı gibi, yüksek yargıya egemen olan ideolojik tercih doğrultusunda hareket ediyor.
Özetlemek gerekirse, CHP’nin hoşnut, AK Parti’nin şikayetçi olduğu bir siyasi çizgi bu.
Ve bugüne özgü değil, öteden beri böyle.
Geçmişte de yüksek yargıdan CHP memnun, Özal ANAP’ı şikayetçiydi; ondan önce de CHP memnun, DP şikayetçiydi.
Kısacası liderlere, kişilere bağlı olmayan yapısal bir sorun bu.
***
Çünkü Türkiye’de bazılarının “demokratik görünümlü oligarşi” dedikleri demokrasi özürlü bir düzen var.
Oligarşi, yani ayrıcalıklı bir zümrenin egemenliği. Demokrasi, yani halkın yönetimi.
Bizde baştan beri üst düzey asker ve sivil bürokrasinin ayrıcalıklı bir konumu var. Yargı bürokrasisi de ayrıcalıklı zümrenin parçası.
Eskiden, yani CHP’nin Tek Parti günlerinde siyaset ve yargı gerilimi türünden tartışmalar yoktu, çünkü aynı sofrayı ve ideolojiyi paylaşan zümrenin arasında ayrılık gayrılık olmazdı.
Bu tartışma, çok partili hayata, yani demokrasiye geçişle birlikte başladı.
Çok partili hayata geçildiğinde, kuvvetler ayrılığı ilkesine de geçilmiş olmadı. Ayrıcalıklı zümre, iktidarı halkın seçtiklerine devretmeden önce, kendi çıkarlarının zarar görmesini engelleyecek sigortaları döşemeyi ihmal etmedi.
***
1950’de çok partili hayata geçişle birlikte, yasama ve yürütme erkleri demokratik seçim süreçleriyle oluşturulurken, yargı kurumuna dokunulmadı. Yargı erki, tek parti dönemindeki haliyle muhafaza edildi.
Yasama ve yürütme, halk tarafından belirlendi, ama yargı kendi kendisini belirledi.
Sonra köprülerin altından çok sular aktı, demokratikleşme hamleleri ve anayasalar yapıldı; ama yargının temel yapısı ve işlevi niteliksel anlamda değişmedi.
Yani o hiçbir zaman demokratik bir erk haline getirilmedi.
***
Şimdi Türkiye oligarşi ile demokrasi arasındaki gerilimi yaşıyor.
Gerçeker boşuna HSYK üyelerinin Parlamento tarafından seçilmesine karşı çıkmıyor veya “Parlamento tarafından Anayasa Mahkemesine üye seçilmesi yerinde değildir?” demiyor.
Yargıtay Başkanı çağdaş demokrasilerde bizdeki gibi kendin pişir kendin ye düzeninde bir yüksek yargının söz konusu olmadığını bilmiyor mu?
Elbette biliyor.
Ama o bilerek ötekini, alaturka yargı sistemini tercih ediyor.
İşte bu yüzden parlamento, yüksek yargıyı, yargı bürokrasisine bırakmamalı.
Demos, mevcut durumdan hoşnut olsaydı CHP’yi seçerdi.
Demos’un, kendi hukukunu koruması için işbaşına getirdiği hükümet, gerilimi göze alarak reform yapmalı.
Ama reformu da tam yapmalı. Öyle üyelerinin bir kısmını Meclis seçsin, diğer kısmını bürokratlar kendi seçsin olmaz. Bu reform oligarşiyle elbette bir gerilim anlamına gelecek.
Madem ki öyle de gerileceğiz böyle de, bari gerilirken demokratikleşelim.
Sadece HSYK’yı, onun da üyelerinin bir kısmını değil, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay’ıyla bütün yüksek yargı organlarını demokratikleştirecek bir reform yapalım da bir kere gerilip kurtulalım.
Böylece sadece CHP’yi seven değil, herkese eşit mesafede duran bir yüksek yargıya sahip olalım.
Star, 08.09.2009