Tanrının tanımlandığı yer olan insan zihni
İnsan zihninin karmaşıklığı bize tanrının nerede olduğunu gösteriyor mu? İnsandan bağımsız bir varoluşu olup olmadığı konusunda kanıtlara sahip olmayan tanrı görüşünde insanın tanrı karşısında aldığı konum insanın kendisini de tanrı karşısından nasıl konumlandırdığını gösteriyor. Tanrılar tanrıya dönüştükçe veya tanrıdan tanrılar oluşmaya başladıkça insan kendisini daha çok tanrısal bir düşünce içinde buluyor. Tanrı ne kadar büyükse veya tanrıların kapsamı ne kadar artarsa insan zihni üzerindeki mücadele de o kadar artıyor. Her ne kadar pozitivist bir kanıt temelinde kendisini var edememişse de metafizik içindeki tanrı veya tanrılar insan üzerindeki mücadelesini soyut temelde var ediyorlar. Mücadele keskinleştikçe tanrının insana olan ihtiyacı da artıyor. İnsanın tanrıya olan ihtiyacı ise kanıtların ötesindeki dünya için verilecek mücadele sertleştikçe daha çok ortaya çıkıyor.
İnsanî varoluşun şimdiye kadarki somut alanı olan dünyanın hâkimi olma konusunda bildiğimiz veya bilemediğimiz kadar sayıdaki tanrı-lar- arasındaki mücadelenin kazananı insanın geleceğini de belirliyor diye düşündükçe insan zihni üzerindeki hâkimiyet kurma yarışları da artıyor. Siyasalın alanına da giren bu mücadele açıkça kimin hayatta kalabileceğini de anlatmaya çalışıyor. Bir hayatta kalma mücadelesine dönüşmüş olan insan yaşamı üstün bir güce olan ihtiyacını devletten tanrıya veya tanrıdan devlete doğru döndürdükçe siyasalın sertleşmesi de başlıyor. Bu düşünce içerisinde ister dünyevî olsun ister uhrevi, üst otorite kavramının dışında kalamıyorsunuz. Dünyanın ihtiyacı olandan daha fazla tanrı tarafından oluşturulduğu düşüncesi bile dünyanın tanrı bağımsız bir yaşamda düşünülmesini engelliyor. Ne tanrı dünyayı insana bırakmak istiyor ne de bir kesim insan dünyayı tanrıdan bağımsız kılmak istiyor. İnsan-insan arasındaki mücadelenin bile bir tarafı oluyor tanrı ve farklı insanların farklı tanrıları.
Göklerden yeryüzüne tanrıların mücadelesi
Tanrı insanüstü varoluşta bile insana ihtiyaç duyuyor. Belki de üzerinde tanımlandığı bir zihin olmazsa sonsuzluk içinde kaybolabileceğinden korkuyor. Korktukça da insanileşme tehlikesiyle baş başa kalıyor. İnsana karşı sağladığı üstünlükle insan zihnini işgal edebiliyor ve işgal edilmiş insan zihnine bakarak kendisini bir çeşit ayna üzerinden kendisine yansıtıyor. Tanrı bile olsanız kendinizi dışarıdan bir gözle görmek ihtiyacı duyabilirsiniz. Üstelik görmek istediğiniz yer yeryüzü de olabilir. Böylelikle gökyüzünden yeryüzüne doğru olan bir etkileşim yolu açılıyor. Sadece tanrının değil tanrıların bile üzerinde olmak istedikleri bir etkileşim yolu. Tanrı ve tanrılar arasındaki iletişim ve ilişki insanlar üzerindeki hâkimiyet meselesine geldikçe iş ilginçleşiyor. Konu adeta siyasallaşıyor. Siyasal sadece insan öğesi olmaktan çıkıyor ve tanrıların da bir parçasına dönüşüyor.
Tanrı çoğullaştıkça ve tanrılar oluştukça otoritenin kim olacağı mücadelesi kendisini gösteriyor. Her şeye gücü yeten tanrılardan daha sınırlı alanlarda güçlü olan tanrılara doğru bir konu geliştikçe siyasalın kavramları da oluşmaya başlıyor. İnsanın siyasallaşması bile buradan kopyalanmış birer alan olabiliyor. Hatta insan siyasallaşması tanrılar tarafından kopyalanıyor da olabilir. Göğün ve yerin yaratıcısı tanrı-lar- arasındaki mücadeleden başlayan siyasallaşma dünyanın “kaderini” belirlemeye başlayabiliyor. “Kader” konusu burada ilginçleşiyor. Evrenin ne olacağı tanrılar arasındaki bir mücadele sonucunda ortaya çıktıkça tanrının “aklındaki” hayat da önceden planlanmışın ötesine geçiyor. Tanrı burada gücünden bir miktar kaybediyor, burası net. Gücünü kaybeden tanrı ise daha çok insana yaklaşıyor. İnsan zihnine olan ihtiyacı daha önce belirtilmiş olan tanrı-lar- dünyalılaşıyor. Dünyanın siyasallaşma zorunluluğu dünyanın kimin olacağı sorusunu daha sert olarak soruyor. Kimse dünyayı bir ötekine bırakmak istemiyor.
İnsan ve tanrı-lar- arasındaki mücadele başlıyor. Yoksa savaş mı başlıyor demeliyiz?
Siyasal içinde kendisine verilen roller ile yetinmek istemeyen insan tanrısal otorite ile olan mücadelesine başlıyor. Kendisine hayat verdiği söylenen tanrı-lar- ile bir mücadele siyasallaştıkça kaçınılmaz da oluyor. Sıradan bir mücadele, olamayacak savaşın göstergesi oluyor. Tanrı adına savaşan insandan tanrı ile savaşan insana doğru yaşam ilginçlikleri sergilemekten geri kalmıyor. Uzaktan izlemesi keyif verici olabilecek olan bu mücadelenin kazananının daha belirlenmemiş olması dünyanın siyasallaşma ile “kaderini” çizmekte olduğunu gösteriyor. Bu durum kaçınılmazdır. İnsan düşündükçe tanrı gitgide yeryüzüne iniyor ve insan tanrı-lar-dan bağımsızlaştıkça yeryüzü cenneti fikri kendisini gösteriyor. Bu ise bir imkânsızlık. Mükemmelin imkânsız olması ve insan zihninin güzellikleri düşünmedeki çeşitliliği yeryüzü cennetini önümüzdeki bir seçenek olmaktan çıkarıyor. Geriye yeryüzü cehennemi mi kalıyor?
Savaşı arzulamayabiliriz. Ancak siyasallaşma önümüze savaşın gerçekliğini her seferinde getiriyor. İster bir tanrı ile ister kendi aralarında bile mücadele içinde olan tanrılar ile hatta hep gördüğümüz şekli ile insanlar arasında savaş bitecek gibi durmuyor. “En sert savaş olsun ve sonunda yeryüzü barışına ulaşalım” diyebilmek insana biraz ferahlık katabilir. İnsanın buna ihtiyacı da vardır. İhtiyacın gerçekliğe dönüşme noktası ise otorite ile çatışma olabiliyor. Otorite serttir. Kendi alanında tek hâkimdir. Diğerine siyasal haklar her zaman tanımaz. İnsan için de durum böyledir. İnsana bireyselleşememiş bireyden de gelebilir böyle bir hak tanımazlık bir tanrıdan da. Hatta tanrılardan da. Otoritenin geleceği ise sanki zihinlerin içindeki mücadeleden sonra ortaya çıkacağa benziyor. Bir kalem silahtan daha keskin hâle geldikçe düşünerek, silah kalemleri kırdıkça bedensel bir mücadele ile yeni kazanan belirlenebilir. Yeni kazanandan sonra yeni bir mücadele de başlayabilir. Dediğimiz gibi siyasal bir sonuç değildir, bir süreçtir. Yeri gelir tanrı-lar- bile siyasala mecbur kalabilir. Ne de olsa onun içinden kendisine bir hayat sahası buluyor.
27 Kasım 2018