Siyasetin, ekonominin ve sosyal hayatın en sıkıntısız dönemidir yaz ayları. Meclisin tatile girmesiyle siyasî gerilim düşer, okullar kapanınca masraflar azalır, trafik bile rahatlar.
Trafikten çekilen öğrenci servisleri ve soluğu sayfiye yerlerinde alan yazlıkçılar kadar, izinlerini memlekette yahut bir tatil beldesinde geçirmek için şehirden uzaklaşanların da payı vardır bu rahatlamada. Buna mukabil, bu dönemde yerli ve yabancı turist akınına uğrayan tatil beldeleri en civcivli günlerini yaşar.
Sadece yabancı turistler değil, gurbetçiler de yurda giriş yapmak için yaz aylarını tercih ederler. Her iki kaynaktan gelen dövizin birleşmesiyle bu aylarda adeta bir döviz bolluğu yaşanır. Öyle ki bir döviz krizi yaşanacaksa, yaz aylarına tesadüf etme ihtimâli ya yoktur yahut çok azdır. Bilâkis, bu aylarda istikrar kazanan döviz kurunun olumlu etkileri elektrik, doğalgaz ve akaryakıt gibi ithalata dayalı temel girdi fiyatları üzerinden bütün ekonomiye yayılır.
Mevsim ilerleyip sebze ve meyve fiyatları düştükçe, orta ve dar gelirli aileler daha iyi ve ucuza beslenmeye başlar, birkaç aylığına da olsa rahat bir nefes alırlar. Velhâsıl sadece cari açığı kapamak ve döviz kurunu dengede tutmak için değil, fakirlik ve enflasyonla mücadele bakımından da en elverişli zaman dilimi yaz aylarıdır.
* / *
Nispeten yüksek seyreden meyve-sebze fiyatlarını saymazsak, bu yıl da benzer bir tabloyla karşılaştık -ta ki Ağustos ortasına, kurlar tırmanmaya başlayana kadar.
Kurdaki hızlı yükseliş önce fiyatlara, sonra faize yansıdı. Kur ve faizin yüksek seyrinin büyüme üzerindeki olumsuz etkisi ise birkaç ay gecikmeyle istatistiklere yansıyacak.
Kurdaki âni yükseliş, ABD Başkanı Trump’ın küstah, tehditkâr ve hasmane açıklamaları ile başlamış gibi görünüyor. Lâkin dövizin alıp başını gitmesi ve gecelik faizin yüzde 7000’lere vurması şeklinde özetleyebileceğimiz 2001 krizi nasıl ki ‘anayasa fırlatıldığı için’ çıkmamışsa, 2018 Ağustosunda yaşananların müsebbibi de münhasıran Trump’ın beyanatı olamaz. Cumhuriyet mitingleri, Gezi Parkı protestoları, 17/25 Aralık ve 15 Temmuz badirelerini nispeten hasarsız atlatan ekonomimiz sağlam temeller üzerine oturuyor olsa idi, Trump ne derse desin bu nispette bir savrulma yaşamazdık.
Döviz kuru
Bugünkü itibarî para (banknot) yerine kıymetli madenlerin veya bu madenlere dayalı ödeme sistemlerinin kullanıldığı devirlerde döviz kuru ne olmalı diye bir mesele yoktu. Paranın değeri, ihtiva ettiği altın veya gümüş miktarına göre belirleniyordu. %40 oranında altın ihtiva eden 10 gram ağırlığındaki A sikkesinin değeri, %50 oranında altın ihtiva eden 8 gram ağırlığındaki B sikkesininki ile aynı idi (Her ikisi de 4 gram altın değerindeydi).
Aklı başında hiçkimse 4 gram altın verip 3,9 gram altın almaya razı olmayacağı için, A ve B sikkelerinin değişim oranı (bugünkü tâbirle döviz kuru) sabit idi. Lâkin harcamalarını karşılayamadığı için tağşişe başvuran (sikkenin içindeki altın miktarını düşüren) siyasî otoriteler yüzünden ülke paralarının birbiri karşısındaki değeri zaman içinde değişebiliyordu. Paranın değerindeki bu düşüş, hayat pahalılığı ve enflasyon olarak halka yansıyordu. Yerleşik kanaatlerin ve medet umulanın aksine, enflasyonu ve hayat pahalılığını yaratan en büyük âmil, hemen her devirde devletler olmuştur.
Hemen eklemek gerekir ki para, devletler oluşmadan önce ve onlardan bağımsız olarak da vardı. Sikkelerin üstüne adını kazımak zamanla bir hükümranlık alâmeti kabul edildiğinden, para üzerinde fiilî bir devlet tekeli oluştu. Kıymetli madenlerden aynı şekil, ebat ve ayarda çok miktarda para kesmenin (darp etmenin) zorluklarıyla baş etme ve sahtekârlıkları cezalandırma kapasitesi nedeniyle, sikke-para basma yetkisinin devlette bulunmasının pratik bazı yararları da vardı. Bütün mesele, paranın ayarı ile oynanarak bu yetkinin kötüye kullanılmamasında idi.
Altın para sisteminin terk edilmesiyle, farklı ülke paralarını kıyaslamak için elimizdeki tek hakiki (objektif) ölçüden de mahrum kaldık. Paranın değerini belirleyen, ihtiva ettiği altın miktarı değil o banknotu ihraç eden ülkeye, ekonomisine ve hükümetine duyulan güvendi artık. Güven ise izafî ve normatif bir kavramdı.
Dünyanın her yerinde aynı kıymeti haiz olan altın yahut gümüş paralar yerine kıymetini kendisini çıkaran otoritenin ona biçtiği değerden alan itibarî paralar (banknotlar) ile ticaret yapılmaya başlanması, bazı riskleri de beraberinde getirdi. Ekonomiye ve hükümete duyulan güvenin sarsıldığı dönemlerde değer kaybeden ve itibarsızlaşan banknotlar, Çarlık Rusyasının çöküşünde olduğu gibi, bir anda değersiz kâğıt parçalarına dönüşebiliyordu da.
Mamafih, altın para sisteminin terk edilmesi, borçlunun ödeme gücü (itibarı) yanında, ödeme aracının (yerel/millî paranın) güvenilirliğinin de dikkate alınmasını gerektiriyordu. Riskin artması ve faizlerde genel bir yükseliş anlamına geliyordu bu.
Döviz kurundan beklenen bir diğer şey, birbiriyle ticaret yapan ülkeler arasındaki fiyat farkını ortadan kaldıracak (hiç olmazsa azaltacak) bir eğilimi yansıtmasıydı. Basitleştirilmiş bir örnekle devam edecek olursak; iki ayrı ülkede yer almakla birlikte aynı para birimini kullanan ve aralarında ticaret engeli bulunmayan çok yakın iki sınır şehrinden birinde fiyatı daha düşük ise, A malını bu şehirden almak kârlıdır -gümrük duvarlarının olmadığı ve nakliye masrafının önemsiz olduğu varsayımıyla.
İthalatçı ülkenin bu ticareti engellemesinin iki yolu vardır: İthalatı yasaklamak yahut tarife, kota vb. engellerle zorlaştırmak ve kısıtlamak.
Ülkeler arası ticarette farklı para birimlerinin kullanılması, hükümetlerin eline ‘döviz kurunu tespit etme, yönetme ve döviz tahsis belgeleri dağıtma’ gibi bazı yeni araçlar sunar. Siyasî otoritenin ‘para’ üzerindeki kontrolünün iyice güçlendiği son yüzyıllık bu süreçte hükümetler, kâh döviz kurunu bastırarak enflasyonu düşürmek ve ucuz ithalat yoluyla geçici bir refah yaratmak istediler, kâh devalüasyon yaparak dış açığı kapatmayı hedeflediler.
Hülâsa
Altın-para sisteminin kullanıldığı devirde farklı ülkeler tarafından çıkarılan sikkelerin birbiriyle mübadele oranı (döviz kuru) sabit idi.
Paranın altın cinsinden karşılığının olmadığı bugünkü (modern) ekonomilerde farklı rejimler uygulansa da, piyasa dostu olması hasebiyle en arzuya şâyân olanı serbest/dalgalı kur rejimidir. Bu rejimde kur, piyasa aktörleri tarafından, serbest ve anlık olarak belirlenir. Hükümet veya Merkez Bankası’nın müdahalesi, aşırı oynaklığı ortadan kaldırmak amacıyla ve sınırlıdır.
Döviz kurunun hangi seviyede teşekkül ettiğinden ziyade istikrarlı seyrinin, âni ve hızlı biçimde değil yavaş ve zamana yayılarak değişmesinin daha önemli olduğu görüşündeyim. Ağustos ayındaki tırmanış, bunun tam zıddını temsil ettiği için kötü ve sağlıksızdı.
Enflasyonu engelleyemeyen ülkelerde paraya ve ekonomiye güven azalır, döviz kuru artma eğilimine girer. Kaldı ki ekonomiye duyulan güveni sarsacak başka gelişmeler de var. Hal böyle iken dövizdeki yükselişin hızlanmasına değil, ama bunun Ağustos ayında ve bir ‘kopma’ şeklinde yaşanmasına şaşmak gerek.
Şahsî kanaatim, kamu maliyesinde ve para politikasında üstüste yapılan birtakım ciddi hataların bizi uzun sürecek ve çok daha yüksek enflasyonlu bir noktaya sürüklediği şeklindeydi. Dövizdeki yükselişin ise daha tedricî ve gecikmeli olarak ortaya çıkacağını düşünüyordum.
15 Kasım 2018