24 Haziran’a gidilirken muhalefetin önünde iki yol vardı: Birincisi, güçlerini birleştirmek ve iktidar tabanına da seslenen ortak bir aday üzerinde karar kılmaktı. İkincisi ise, her partinin kendi belirlediği isimlerle sandığa gitmekti.
CHP ve Saadet Partisi (SP), birinci yolun takip edilmesinden yanaydılar. Abdullah Gül’ün ismi bu çerçevede gündeme getirildi, Kılıçdaroğlu ve Karamollaoğlu muhalefetin Gül’ün adaylığında uzlaşması için yoğun bir mesai sarf ettiler. Fakat muhalif blokun diğer ortağı İYİ Parti bunu kabul etmedi. Akşener, kendisinin Erdoğan’a karşı Gül’den daha fazla oy alacağı iddiasıyla Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden çekilmedi. Muhalefetin ismi üzerinde birleşmediğini gören Gül de aday olmaktan vazgeçtiğini duyurdu.
Herkes kendi yoluna
Böylece herkes kendi yolunu tuttu. Hâlihazırda beş cumhurbaşkanı adayı var: Erdoğan, İnce, Demirtaş, Akşener ve Karamollaoğlu. Çok adaylı bu yarışta seçmenler, ilk turda kendi partisinin/partilerinin adaylarının arkasında duracak. Muhalefetin dört isminin de, kendi partileri/partilileri bağlamında gösterilebilecek en iyi adaylar oldukları söylenebilir. İnce CHP’nin, Demirtaş HDP’nin, Akşener İYİ Parti’nin, Karamollaoğlu da SP’nin tabanını motive edebilecek, harekete geçirebilecek ve etrafında kenetleyebilecek aktörler.
Buna mukabil bu adaylardan hiçbiri ilk turda Erdoğan’ı sollayamaz; çünkü en geniş tabanı olan parti halen AK Parti. Dolayısıyla asıl merak edilen husus, Erdoğan’ın ilk turda cumhurbaşkanı olmasına yetecek oya ulaşıp ulaşmayacağı. Eğer Erdoğan % 50 + 1’i geçerse, seçim erkenden bitecek zaten. Yok, % 50 + 1’in altında kalırsa, o zaman da ikinci olan adayın ismi önem kazanacak. İkinci olanın kimliğine bağlı olarak, muhalefetin Erdoğan karşısında sandıkta birleşmesinin olanakları ve ihtimalleri üzerinde durulacak, yeni denklemler kurulacak.
“Sıfır baraj”
Yeni seçim yasası, partilerin seçimlerden önce ittifak yapmalarına imkân tanıyor. Resmi bir ittifakta bir araya gelen partiler de seçim barajına takılmaktan kurtuluyorlar. Şöyle ki: Yeni düzenlemede ittifak içindeki partilerin aldıkları oylar toplanıyor ve ittifakın toplam oyu ortaya çıkıyor. Eğer ittifakın toplam oyu % 10’u geçerse, ittifak içindeki partilerin hepsi — aldıkları oya bakılmaksızın — barajı geçmiş kabul ediliyorlar.
CHP ve SP, bu düzenlemeden istifade edilmesini ve milletvekili seçimleri için de mümkün olan en geniş birlikteliğin oluşmasını savundular. Mantık basit ve doğruydu: Muhalefet partileri büyük bir çatı altında buluştuklarında seçimi barajı anlamını kaybedecek, fiilen işlevini yitirecek ve sıfırlanacaktı. Her parti Meclis’e girebilecek, aldığı oy nispetinde bir temsil gücüne erişecekti. Toplumun her kesimini yansıtan partilerin Meclis’teki varlığı ise, hem yürütmenin etkin denetimini sağlayacak hem de parlamentonun demokratik meşruiyetini güçlendirecekti.
Burada kritik olan husus HDP’nin durumuydu. Zira ittifak noktasında CHP, İYİ Parti, SP ve DP arasında bir görüş ayrılığı yoktu, HDP’nin ittifaka dâhil edilip edilmeyeceği tartışılıyordu. CHP ve SP ittifakta HDP’ye de yer açılmasına taraftardılar. Çünkü HDP’nin baraj sınırında olduğu görülüyordu. HDP barajın altında kalması hem bir temsil krizine, hem mühim bir seçmen kitlesinin kendisini dışlanmış hissetmesine, hem de iktidarın haddinden fazla güç elde etmesine neden olurdu. Muhalefeti güçsüz kılacak bu arızaları bertaraf etmenin çaresi ortak muhalefet şemsiyesinin altında HDP’ye de yer açmaktı.
HDP’yi taşımak
Ancak bu plan da İYİ Parti’den döndü. Akşener ve kurmayları, muhalefet blokunun HDP’yi taşıyamayacağından, HDP’den gelecek söylemlerin kendilerini zor durumda bırakacağından ve iktidarın kendilerini ağır şekilde suçlaması için alan açacağından bahisle HDP ile birlikteliğin karşısında durdular.
İYİ Parti’nin dillendirdiği bu kaygılar temelsiz değildi. Nitekim HDP’den de aynı minvalde değerlendirmeler geldi. Mesela Ahmet Türk, üç partiyle birlikte hareket ettiklerinde Erdoğan’ın bunu kullanıp HDP üzerinden muhalefeti mahkûm edeceğini ve bunun da yarardan öte zarar getirebileceğini ifade etti:
“Gördüğümüz kadarıyla HDP ile dolaylı görüşmeler yapılıyor. Zaten biz daha başında bu işin içinde olursak Erdoğan bunu çok kötü kullanır. Topluma dönük olarak, ‘Bakınız, bölücülerle bir araya geldiler’ şeklinde aleyhte propaganda yapar. Böyle bir şeyin olmasını biz de istemeyiz. Bu duruma dönük hassasiyetimizi de gösteriyoruz. Bizim istediğimiz demokratik bir gelecek için ortak bir akılla hareket edilmesidir. Bu blokun içinde olup olmamamız çok önemli değil. Bizim demokrasi talebimiz ortada, demokratik bir Türkiye talebimiz ortada, tek adam rejimine karşı duruşumuz ortada… Bu konuda netiz. Kimse bizim üzerimizden hesap yapmasın.”( https://www.artigercek.com/ahmet-turk)
Zaferin mi mimarı olacak, yoksa yenilginin mi?
Nihayetinde Akşener’in dediği oldu, HDP ittifakın dışında kaldı. Dolayısıyla hem cumhurbaşkanlığı hem de milletvekili seçimlerinde muhalefetin ana stratejisini Akşener belirledi. Muhalefetin cumhurbaşkanlığı seçimlerine — ortak değil — herkesin kendi adayıyla, milletvekili seçimlerine de — HDP ile değil — HDP’siz girmesinde diretti ve bunu diğer ortaklarına kabul ettirdi.
Seçimde meydana çıkacak tablo, Akşener’in siyasi kariyerini de şekillendirecek. Çeşitli olasılıklar var. Eğer Akşener gerçekten iddia ettiği gibi ikinci olur ve cumhurbaşkanlığı seçimlerini ikinci tura bırakabilirse, bu sonuç büyük bir başarı olarak Akşener’in hanesine kaydedilecek. İkinci turda alacağı sonuçtan bağımsız olarak da güç kazanacak ve siyasetteki yerini kalıcılaştıracak.
Fakat eğer beklediğinin çok altında bir oy alır ve cumhurbaşkanlığı seçimi daha ilk turda Erdoğan’ın lehine kapanırsa, bunun müsebbibi olarak oklar Akşener’e yönelecek. Gül alternatifine itirazı hatırlatılacak, Erdoğan’a Beştepe’ye giden yolu döşemekle itham edilecek.
Keza, milletvekili seçimlerinde de benzer bir muhakeme yürütülecek. HDP’nin barajı aşıp Meclis’e girmesi halinde, Akşener’in HDP’yi dışarıda tutan tavrı onun için bir sorun oluşturmayacak.
Ancak HDP baraja takılır da onun alması muhtemel 60-70 milletvekilini, barajdan ötürü, AK Parti elde eder ve muhalefet parlamentoda telafisi imkânsız bir güç kaybederse, bunun günahı da Akşener’in boynuna yüklenecek. HDP’siz muhalefet ısrarının, muhalefetin zayıflamasına neden olduğu vurgulanacak ve Akşener AK Parti-MHP blokunun Meclis’teki galibiyetinin mimarı olarak kodlanacak.
Bu takdirde Akşener siyasi hayatında eskisinden daha zor bir etaba girecek, hattâ onun parti başkanlığı bile tartışılır olacak.
Belirleyici olmak iyidir; ama siyasette belirleyici her kararın bir neticesi olur, sahibinin siyasi akıbetini müspet veya menfi bir istikamete sokar. Bu meyanda 24 Haziran akşamı oluşacak manzara Akşener’in siyasi yazgısını tayin edecektir.