Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığı meselesi sonuçlandı. Gül aday olmadığını, olmayacağını açıkladı. Buna ilişkin basın açıklamasında ise hem AK Parti hem de Türkiye siyaseti ve demokrasisi hakkında mesajlar da verdi.
Bu konuyu analiz maaşına yatırmadan önce siyasette üslup ve tarzla ilgili bir noktaya dikkat çekmek yerinde olur. Şahsen gerek parti içi hizip kavgalarında gerekse partiler arası tartışma ve çekişmelerde olabildiğince temiz ve nezih bir üslup kullanılması gerektiğini düşünüyorum. Kötü dilin ve şahsiyetlere yönelmenin görüşleri haklı kılmayacağı ve politik duruşları güçlendirmeyeceği kanaatindeyim. Bütün siyasetçilerin ve siyaset üzerine yorum yapan kimselerin yazıp çizdiklerinde ve konuşmalarında nezih bir dil kullanmasının toplumsal açıdan çok faydalı olacağına kuvvetle inanıyorum.
Ne yazık ki Türkiye siyaseti bu bakımdan epeyce problemli. Liderler sert konuşmayı seviyor. Çoğu zaman rakiplerini adeta düşman gibi görüyor ve onları orijinal, işe yarar fikir ve projelerle sıkıştırmak yerine lakap takmayı, azarlamayı, aşağılamayı, düşmanlaştırmayı tercih ediyor. Beni siyaseti takip etmekten gerçekten soğutan bir durum bu.
Abdullah Gül’ün adaylığı sürecinde kötü tarz ve üslubun epeyce su yüzüne çıktığını gördük. AK Parti içindeki ve çevresindeki bazı Gül muarızları kabul edilmesi mümkün olmayan sözler ve ithamlarla Gül’ü hedef tahtasına koydu. Bu çok yakışıksız, hemen terk edilmesi gereken bir tavır. Unutmamak gerekir ki konuşma ve yazma yeteneği belli kimselere ve çevrelere mahsus değil. Başkalarına yönelik kötü söz ve tavrı alışkanlık hâline getirenlerin kendilerinin de kötü söz ve tavırlarla karşılaşması çok muhtemel.
Siyaset yapmak ve siyasetçi olmak herkesin heveslenebileceği ama heveslenen herkesin yapamayacağı bir iş. En azından başarılı siyasetçi olmak açısından bu böyle. Bu açıdan bakıldığında Abdullah Gül’ün siyaseti iyi bilen ve hakkını veren bir isim olduğunu söylemek hayli zor. Uzak geçmişe gitmeye gerek yok, müstakbel cumhurbaşkanı adaylığı sürecinde Gül tarafından yapılanlara ve yapılmayanlara bakınca bile bunu görmek mümkün.
Kestirmeden söylersek Gül muhtemel adaylığı konusunda siyaseten becerikli, sonuç verecek ve takdire şayan bir tavır sergileyemedi. Gül’ün ilk ve en önemli problemi hem AK Parti içindeyim deyip hem de AK Parti dışındaymış veya üstündeymiş gibi bir tavır takınmasıydı. İkinci hatası, imkânsızı isteyerek Cumhur İttifakı dışındaki siyaset çevrelerinde adaylığının sorgusuz sualsiz hüsnü kabul görmesini beklemesiydi.
Başka türlü söylersek, Gül çoğu zaman olduğu gibi bu sefer de ürkek, çekingen ve yavaş davrandı. Bu tavrında en yüksek kamusal makam olan cumhurbaşkanlığına çıkmış olması kadar karakter özelliklerinin de tesiri olduğunu düşünüyorum. Bu tarz bir çabanın sonuç vermesi bana göre imkânsızdı. Vermedi de. Bir siyasî partiye bağlı iseniz o partinin hukukuna ve hiyerarşisine dikkat etmeniz gerekir. Bunu yapmak istemiyorsanız da dışlanmaya ve eleştirilmeye razı olmanız. Gül iki imkânsızı bir arada istedi.
Parti içindeyim derken kendi ifadesiyle ‘geniş bir mutabakat’ın adayı olarak Erdoğan’a rakip çıkmayı düşünmesi de parti bağıyla ve işleyişiyle bağdaştırılamayacak bir durumdu. Bunun AK Parti’de tedirginlik ve kızgınlık yaratmaması imkânsızdı. Ancak, kimi AK Parti taraftarları Gül’ü eleştirmede kantarın topuzunu gerçekten kaçırdı.
Siyasî liderlik bazı vasıflara dayanır. Herkes siyasi liderlik yapamaz. Siyaset her şeyden evvel bir karar alma ve o karar istikametinde yürüme meselesidir. Karar almak ve onu takip etmek risk almak demektir. Zira zafer asla garanti değildir. Garantili zafer yoluna herkes çıkar. Yola çıkmayan ise zafer kazanamaz. Gül bu bakımdan iyi bir performans sergileyemedi. Önce adaylığı hakkında yaygın bir konsensüs oluşmasını sonra da buna dayanarak yola çıkmayı istedi, bekledi. Bu, Demirel tarzı bir siyasetti: Bekle ve lehine oluştuğunu düşündüğün dalganın üstüne bin. Anlaşılan Gül, Demirel tarzı siyasetin bu dönemde bir hükmünün olmadığını kavrayamadı. Kavradıysa da ihtiyatlılık arzusu, itiyadı, hatta vesvesesi gerekeni yapmasına izin vermedi.
2014 cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşadıkları başarısızlık muhalefet partilerini doğal olarak yeni bir çatı aday bulma konusunda frenleyecekti. Bunu en iyi gören M. Akşener oldu. Ayrıca, CHP kolay kolay Gül’ü aday gösteremezdi. Bu, CHP’nin kendini, geçmişini, müktesebatını inkâr etmesi anlamına gelirdi. CHP tabanı bu hamleye en azından sandığa gitmeme yoluyla ters cevap verirdi. Gül CHP yönetiminden çok CHP tabanını hesaba katarak bir strateji belirlemeliydi.
Gül lehine bir konsensüs oluşmasını beklemek yerine bizzat bir konsensüs yaratmaya çalışabilirdi. Kimseyi beklemeden adaylığını ilân edip yola koyulabilir, meydanlara çıkabilirdi. Bu durumda CHP tabanı da kendisine daha büyük ilgi gösterir ve muhtemelen destek verirdi.
Cumhurbaşkanlığı adaylığı hakkındaki basın açıklamasında söyledikleri Gül’ün AK Parti ile köprüleri attığı anlamına geliyor. Bundan sonra iki şey yapabilir: Ya aktif siyasetten tamamen uzaklaşır ya da AK Parti’ye açıkça rakip olacak bir siyasî oluşum başlatma yoluna gider. Ne yapacağını elbette kendisi bilir, ama benim fikrimi soracak olsaydı kendisine aktif siyasetle fazla ilgilenmeyip toplumda bir âkil insan görevini üstlenmesini ve sivil toplum faaliyetlerine yönelmesini tavsiye ederdim.