Dünyanın her tarafında egemen olan siyasî kültür, insanları demokrasiyi esas itibarıyla bir öz meselesi olarak görmeye teşvik etmekte. Bu anlayışa göre demokrasi bir öz meselesidir ve bu öz mutlak iyiyi temsil eder. Bundan dolayı, beşerî hayatın her alanında ve her şeyde, bir demokratik olan ve bir de demokratik olmayan vardır. Tabiatı icabı ilki iyi, ikincisi kötüdür.
Demokratik sistemlerin yer yer yetersiz kalması ve hattâ patlamasının en önemli sebebi, bence bu. Çünkü aslında demokrasi az miktarda öz, daha fazla miktarda usul meselesidir. Demokrasinin öz kısmı da, demokrasinin kendisinden ziyade liberal düşünceyle ilgilidir. Demokrasi liberalizm tarafından aşılandığı vakit işe yarar bir sistemdir. Liberalizm tarafından aşılanmadığında ise, anti-demokratik sistemlerde karşımıza çıkan kötülüklere — hem de bazen daha ağır biçimde — sahne olması mümkündür. Başka bir deyişle, demokrasi dediğimiz şey aslında liberal demokrasidir. Liberalizmden arındırılmış demokrasi, rüzgârın önündeki yaprak gibi sürüklenecek ve birçok anti-özgürlükçü akım tarafından rahatlıkla etiket olarak kullanılabilecektir. Örneğin sosyalist diktatörlükler demokrasi kavramını sahiplenmiş fakat liberal etiketinden özenle uzak durmuştur. Çünkü liberal değerlerin benimsenmesinin sosyalist diktatörlüğün tasfiye edilmesini mecburî kılmasından korkmuştur.
Demokrasi kimin yöneteceği ve bunun nasıl belirleneceğiyle; başka bir deyişle, kamu otoritesini kullanma makamına oturanların o makama nasıl gelip gidecekleriyle ilgili bir kurallar manzumesidir. Burada temel ilke bellidir. Önemli siyasal makamlara seçimle gelinir ve seçimle gidilir. Bunu kabul etmeyen hiçbir görüş ve akım demokrat olma iddiasında bulunamaz. Tabiî ki bu seçimlerin hür, âdil, eşit, yarışmacı ve periyodik olması gerekir. Her seçim demokratik değildir ve demokrasilerde seçimlerin yeri başka hiçbir şey tarafından alınamaz. Usul kurallarını kabul edenler sonuçlarını da peşinen kabul etmeye rıza göstermiş olur.
Demokrasimiz hakkında değişik tartışmalar yapıyoruz. Bence en önemli problemimiz demokrasinin usul kurallarının yeterince içten ve yaygın biçimde benimsenmemesi. Şahsen ben son dört beş yılda bunu daha iyi fark etmeye başladım. Bu yüzden yazı ve konuşmalarımda sık sık bu hususa değiniyorum. Yakın tarihe göz atalım. 28 Şubat post-modern darbesi usul kurallarını çiğnemeyi alışkanlık hâline getirmiş TSK mensuplarının demokrasiye karşı bir hamlesiydi. Bürokratik iktidarın siyasî iktidarı tayin etmek istemesiydi. Gezi isyanları demokrasinin usul kurallarının bir başka reddiydi. İsyanların nihaî amacı, seçilmiş iktidarı yaygınlaştırılan ve alevlendirilen sokak şiddeti yoluyla yıkmaktı. 17/25 Aralık (2013) devlet bürokrasisi içine gömülmüş illegal bir yapılanmanın — bugün buna FETÖ deniyor — hukukun silâh, hukukçunun tetikçi, yolsuzluk iddialarının susturucu-kamuflaj olarak kullanıldığı bir operasyonuydu. 15 Temmuz (2016) ise, tıpkı daha önceki benzerleri gibi, demokratik usul kurallarını an açık ve en kaba biçimde çiğneme teşebbüsüydü. Hedefi sadece hükümeti yıkmak değil, Erdoğan ve ailesini fiziksel olarak da yok etmekti.
Bütün bu vakalarda ben, iktidarda bulunan partinin ve liderlerinin kimliğine bakmadan usul kurallarını savundum. Seçimle gelenin seçimle gitmesi gerektiğine vurgu yaptım. Usul kurallarının yıkılmasının bir kaos yaratacağını ve hepimizi enkaz altında bırakacağını belirttim. Mikro-analizlerimde yanıldığım noktalar olsa da, bu makro-analizlerimde hep haklı çıktım.
Şimdi usul kurallarına ilişkin bir başka tartışma gündemimizde: Belediye başkanlarının istifa etmesi veya ettirilmesi. AK Parti birkaç hafta önce şiddetli bir sarsıntı geçirmeye başladı. Sebebi bazı belediye başkanları hakkında çıkan şayialardı. Partinin 2019 seçimlerine hazırlanması için başarısız veya problemli görülen belediye başkanlarının görevden çekilmesi istenmekteydi. Kadir Topbaş bu hengâmede istifa etti.
Belediye başkanlarının seçilmesi ve görev yapması sistemimiz şöyle: Şahıslar bazen bağımsız bazen parti adayı olarak başkanlık seçimlerine giriyor. Basit çoğunluk usulüyle en çok oyu alan belediye başkanı oluyor. Olağan şartlarda görevini süresi bitene kadar sürdürüyor. Belediye işlerini yürütebilmek için de, özellikle bağlı oldukları partinin belediye meclisindeki üyelerinden destek alması gerekiyor.
AK Parti’nin yenilenme hamlesinde belediyelere yönelik olarak geliştirilen tutum, bu kuralın şu veya bu ölçüde ihlâl edilmesine yol açacak nitelikteydi. Parti yönetiminin memnun olmaması, yetersiz görmesi veya o makamdan uzaklaşması gerektiğini düşünmesi yüzünden belediye başkanlarının “gitmesi” isteniyordu. Belediye başkanları elbette gidebilir. Cinayet gibi bir suç işlerse, güncel bir problem olarak FETÖ’ye mensupsa, şu veya bu sebeple kendisi arzu ederse… elbette görevi bırakır. Bunun dışındaki yollar sıkıntı yaratır. Onları istifaya zorlamak, seçimle gelen seçimle gider ilkesini çiğnemek anlamına gelir. Bu gerçeği parti yönetiminin o kişiden memnun olmaması, parti tabanında o kişinin gitmesine yönelik baskın ve belirgin bir talep bulunması da değiştirmez. Demokrasiden söz edebilmek için usul kurallarına uymak gerekir.
Sistem izin verse başka türlü de olabilir. Meselâ, genel seçimlerle mahallî seçimler birleştirilebilir. Bir yerde en çok oyu alan oranın belediye başkanlığı da kazanmış olur. O makama partisi daha sonra bir atama yapar ve başkanı istediği zaman değiştirir. Başka bir sistem şu olabilir: Mahallî idareler için ayrı bir seçim yapılır. Ama ilgili mevzuat seçilen başkanın gerektiğinde partisi tarafından görevden alınabileceğini ve yerine yenisinin atanabileceğini hükme bağlar. Bu sistemlerin hepsi olabilir. Mühim olan bu yollar üzerinde bir toplumsal uzlaşma sağlanmış, oyunun kurallarının öncede belirlenmiş olmasıdır. Ama sistem bunlardan biri değilken belediye başkanlarını istifaya zorlamak, seçimle gelme ve gitme kuralına zarar verir.
Öyle sanıyorum ki siyasî konularda çok rasyonel olan ve burnu olağanüstü iyi siyasî koku alan AK Parti lideri Recep Tayyip Erdoğan, bu tarzın sebep olabileceği sıkıntıları gördü ve frene bastı. İyi de etti. Aksi takdirde AK Parti önceden tahmin dahi edilemeyecek karışıklıklar içine düşebilir ve istediğinin tersine güçlenerek değil zayıflayarak seçimlere girmek zorunda kalabilirdi.