Önce birincisinden başlayalım. 15 Temmuz darbe girişimi durduk yere ortaya çıkmadı. FETÖ’cülerin de içerisinde yer aldığı vesayetçi yapılar, Batılı devletlerin de desteğini arkalarına alarak, hoşlarına gitmeyen demokratik siyasi iktidarları, askeri müdahaleler yoluyla devirme ya da güdümleri altına alma yoluna gittiler. 1924, 1961 ve 1982 Anayasaları zamanlarında, hukuki ve kurumsal yapıda vesayetçi odaklar için “çıkış garantisi” sağlayan; onların sisteme müdahale etmelerini mümkün kılan anayasal ve kanuni hükümler mevcuttu. Dahası, toplumda ve siyasi partilerde, 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 yıllarında yapılan ve sistemi doğrudan ya da yarı askeri yönetime dönüştüren askeri müdahalelere karşı ciddi bir tepki ortaya çıkmadı. Muhtemelen toplumun bu sessizliğinde, toplumu askeri müdahalelere karşı harekete geçirecek siyasi lider kadrolarının mevcut olmamasının da etkili olduğu söylenebilir.
15 Temmuz 2016 tarihine gelinmezden önce, toplumda artık güçlü bir AK Parti iktidarının mevcut olduğu; bu iktidarın, 28 Şubat sürecini büyük ölçüde etkisizleştirmesi ve 27 Nisan e-muhtırasını da elinin tersi ile iterek askeri vesayetçilere prim vermemiş olması gibi sebeplerden dolayı, artık bu şartlarda bir askeri müdahalenin mümkün ve muhtemel olmadığı yönünde bir kanaat söz konusu idi. Bazı istisnalar hariç tutulacak olursa, bu dönemde kimsenin aklına bir askeri müdahalenin olacağı gelmiyordu.
Halkın siyasi iradeye güveni
Bu beklenmedik bir ortamda, 15 Temmuz 2016 günü, FETÖ’cü hain yapılanma kanlı darbe girişiminde bulundu. Bir kısmı Sayın Cumhurbaşkanımızın halkı meydanlara, hava meydanlarına çağrısından önce, çok büyük ekseriyeti de bu çağrıdan sonra, halkımız darbe girişimini engellemek üzere meydanları, caddeleri, sokakları doldurdu. Emir komuta zinciri içerisinde olmasa da, Türkiye’de şimdiye kadar yapılan darbelerden en organize olanı, halkın bu kahramanca direnişi ile başarısız oldu. Tamamen silahsız sivil halk gücünün, en modern silahlarla mücehhez böylesi hainane darbeyi önlemesi dünya siyasi tarihinde ilk ve tek örnektir. Halkın bu darbe girişimini önlemede başarılı olmasında Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın halkı meydanlara davet etmesi yanında (bazıları gecikmeli olarak kerhen de olsa) siyasi partilerle medyanın da ittifakla hareket etmesinin göz ardı edilmemesi gerekir. Fakat burada merkezi konumda olan iki belirleyici unsur öne çıkmaktadır. Birincisi, karizmatik bir güce sahip olan ve halkın büyük ekseriyetinin gönlünde taht kurmuş olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın halka yönelik çağrısı. İkincisi, bu çağrıya kahramanca ve korkusuzca cevap veren Türk halkıdır.
Kahraman halkın demokratik cumhuriyete sahip çıkarak hain FETÖ’cü darbeyi önlemesini takiben, hükümet ve diğer devlet kurumları nezdinde darbeci yapıyı dağıtmaya ve etkisizleştirmeye yönelik çok yönlü politikalar uygulanmaktadır…
Fakat bukalemundan bin kat farklı görünme yeteneğine sahip olan, hiçbir dini ve ahlaki ilke ve hassasiyeti olmaksızın hareket eden, devletin kılcal damarlarına kadar sirayet eden, dini cemaat görünümlü olmakla birlikte en seküler ve ateist kişiler gibi yaşamaktan da imtina etmeyecek kadar kendisini gizleyen bu yapının tasfiyesi de tabiatı icabı oldukça zor olmaktadır.
Halkın direnişi o kadar şanlı ve kahramanca olmuştur ki, zihinlerde “artık bundan sonra hiçbir güç darbe yapmaya yeltenemez” fikri belirmiştir. Peki, bu algının haklılık payı nedir? Şimdi de bu soruya cevap bulmaya çalışacağım.
Önce şu tespiti yapayım. Türkiye’de darbeler durduk yere yapılmaz. Bunun, askeri tabanı yanında, medya, bazı toplumsal kesimler, üniversite, sermaye çevreleri, sivil toplum görünümlü vesayetçi örgütler cenahlarından destekçileri vardır. Bir de askeri müdahalelerin olması için terörün artırılması, irtica yaygaraları gibi şartların da oluşması gerekmektedir. Bunlar olmaksızın darbelerin olması oldukça zordur. Bütün bunlara ilave olarak, askeri bürokrasiyi darbeye cesaretlendiren, motive edici yönde işlev gören bazı anayasal, kanuni ve kurumsal nitelikte “çıkış garantileri”nin olması da, askeri darbeleri kolaylaştırıcı yönde etkiler yapmaktadır.
Elbette ki halkın bu kahramanca direnişi, hem Türkiye içerisindeki, hem de yurt dışındaki darbeciler üzerinde şok etkisi meydana getirmiştir. Fakat çok geçmeden, Türkiye içinde, “15 Temmuz hain FETÖ’cü darbenin, AK Parti tarafından gerçekleştirilen bir kontrollü darbe olduğu”, “asıl darbenin, 15 Temmuz değil, hain FETÖ’cü çetenin devletten tasfiye edilmesini amaçlayan OHAL kararının alınması olduğu” yönünde söylemlerin ortaya atılması, darbe severlerin asıl kimliklerinin ortaya koymalarını sağlamıştır. Bunları destekleyen harici güçler yanında, belli bir medya ve toplum kesimi de mevcuttur. Fakat geniş halk kesimlerinin bu tür söylemlere itibar etmediğini söylemek isterim.
Bu durum hala bir darbeci damarın varlığını göstermektedir. Burada darbeci damarın tasfiye edilmesi, bazı önlemlerin alınmasını lüzumlu kılmaktadır. Diğer yandan, bu zihniyetin toplumda tasfiye olması orta ve uzun vadeli bir zaman dilimini de gerekli kılmaktadır.
Alınması gereken tedbirler
Bütün bunları ifade ettikten sonra, “Acaba hala Türkiye’de bir darbe tehlikesi mevcut mudur?” sorusuna kestirmeden hayır diyebilmek zor görünüyor. Çünkü Türkiye’de darbeleri bir çözüm yolu olarak gören vesayetçi taban eskiyle kıyaslandığında oldukça zayıflamış gibi görünse de hala varlığını sürdürmektedir. Bunların harici destekçileri de çok daha iştahlı bir şekilde çabalarını sürdürmeye devam etmektedir. Halkın çoğunluğunun iradesi ile iktidara gelen AK Parti’nin iktidardan düşürülmesi için demokrasi dışı usullere başvurulması, Türkiye söz konusu olduğunda demokratik hassasiyetleri sıfırlanan Batı için en arzu edilir yoldur. Ordu içerisinde de işler pek duru değildir. FETÖ’cülerin bir kısmı temizlendi ise de, kripto FETÖ’cülerin hala TSK bünyesinde varlıklarını sürdürdükleri tahmin edilmekte, kripto oldukları için ise sayılarının ne kadar olduğu bilinmemektedir. Bu bilinmemezlik, işin en vahim yanını teşkil etmektedir. FETÖ’cüler yanında daha önceleri laik cumhuriyeti koruma ve kollama adına darbeler yapan komutanlar da varlıklarını korumaktadırlar. Onlar da şartları oluştuğunda darbe yapmaya tevessül ederler mi? Sorusu zihinleri kurcalamaya devam etmektedir.
Bütün bunlardan sonra, Türkiye’de darbeci zihniyetin ortadan kaldırılması için ne yapılması gerektiği daha da önem kazanmaktadır. Her şeyden önce, hain FETÖ’cü kalkışma mahiyetindeki 15 Temmuz darbe girişimine karşı Türk halkının kahramanca direnişinin öneminin layıkı vechiyle anlaşılması, anlatılması ve bunun unutturulmaması yönündeki tahşidatlara devam edilmesi lazım. 15 Temmuz diriliş ruhunun tazeliğinin korunması, bu ruha karşı geliştirilen darbeci iradeyi yansıtan “kontrollü darbe”, “asıl darbe 15 Temmuz değil 20 Temmuz”dur söyleminin, çeşitli kesimlerdeki etkinliğinin azaltılması gerekiyor.
Kurumlar arasında eşgüdüm ihtiyacı
Diğer yandan, FETÖ’cü çetenin, mümkün olan en kısa zamanda, kripto unsurlarını da içerecek şekilde devletin bünyesinde atılması lazım. Darbecilere çıkış garantisi sağlayan anayasal ve kanuni unsurların tamamen ayıklanması da aynı derecede önemlidir. Gerçi bu çıkış garantilerinin birçoğu, 2017 Anayasa değişikliği ve 15 Temmuz sonrasında çıkarılan OHAL KHK’leri ile büyük ölçüde temizlendi. Bu yolla askeri bürokrasinin kendi içerisinde kurduğu bürokratik kast sistemi büyük oranda çözülerek inisiyatif önemli ölçüde demokratik siyasi iktidara devredildi. Fakat bununla yetinmeyip çok ince çalışmalar yapılarak, vesayetçi yapıya çıkış garantisi sağlayan bütün unsurların anayasa ve kanunlardan ayıklanması gerekiyor.
Diğer yandan, her ne kadar askeri bürokrasinin yetiştirilmesi usulü konusunda önemli değişiklikler yapılmış ise de, yapılacak ilave düzenlemelerle, askeri bürokrasinin tamamen siyasi iktidarın emrinde harici saldırılara odaklanmalarının sağlanması, dâhili emniyetin sağlanması noktasında bütün inisiyatifin, demokratik siyasi iktidarın emrinde hareket eden -dönüşüme uğratılmış jandarma teşkilatını da kapsayacak şekilde- emniyet teşkilatına devredilmesi gerekiyor. TSK, artık iç olaylara odaklı kurum olmaktan çıkarılmalı, tamamen harici saldırılara yönelik önleyici ve caydırıcı kurum haline getirilmeli; bu yöndeki zihniyet evvela bu kurum içerisinde kökleştirilmelidir.
Bu iyileştirmeler kapsamında, TSK’nin, iç güvenliğin de teknik olarak etkin belirleyici unsuru olarak hareket etmesini sağlayan Milli Güvenlik Kurulu’nun revize edilmesi, bu yolla, iç güvenliğin sağlanması konusunda inisiyatifin münhasıran kendisine devredilmesi gerekli olan emniyet bürokrasisinin de bu kurumda yeterince yer almasının sağlanması icap ediyor.
Burada sözünü ettiğim bütün önerilerin bütünlük içerisinde yapılmaması halinde, zaman içerisinde 15 Temmuz ruhunun zayıflaması ve şartların da olgunlaştırılması halinde, darbe tehlikesi varlığını sürdürmeye devam edecektir. Yukarıda sözü edilen önlemlerin tamamı alınarak darbelere karşı teyakkuz halinin varlığını sürdürmeye devam etmesi halinde, artık orta ve uzun vadede Türkiye’de darbeler dönemi tarihin karanlık sayfalarında kalacaktır. Türkiye’de demokratikleşme alanında sağlanacak süreklilik ve pekişme, zaman içerisinde darbeci tabanı da dönüştürecektir.