İfade özgürlüğüne ilişkin, zaman zaman dile getirilen bir yaklaşım var. Buna göre ifade özgürlüğü neredeyse sınırsız olmalıdır ve bu çerçevede küfür ve hakaret de fikir ve ifade özgürlüğüne dahildir. Yani bir kimsenin bir başka kimseye küfretmesi veya ona hakaret etmesi ifade özgürlüğü içinde görülmesi ve değerlendirilmesi gereken bir davranıştır. Söze sözle karşılık verilebileceği için küfredene küfredilenin küfretmesi ve hakaret edilenin de hakaret edene hakaret etmesi zaten dengeyi sağlayacaktır ve muhtemelen aynısıyla karşılık görmek insanları bunları yapmaktan caydıracaktır.
Bu görüşe daha ziyade liberal anarşistlerin veya anarko-kapitalistlerin yakın olduğu söylenebilir. Ortodoks sol çizgiden de bazen benzer şeylerin aynı açıklıkla ve doğrudan değilse de örtülü ve dolaylı biçimde ifade edildiği görülmektedir. Ancak, ortodoks solun argümanını ciddiye almaya gerek yok zira Ortodoks sosyalizmi resmi ideolojisi olarak kabul eden bir ülkenin ifade özgürlüğünü tümden ortadan kaldıracağına dair teorik ve tecrübî bilgiye sahibiz. Yani günlük iktidar mücadelesi içinde sosyalistler sınırsız veya çok geniş ifade özgürlüğü taraftarı gibi görünebilir ama bu onların muhtemel bir iktidar olma durumunda da aynı şeyi yapacağı ve savunacağı anlamına gelmez. Bu yazının konusu olmamakla beraber radikal solun genel olarak özgürlüğe özel olarak ifade özgürlüğüne bağlılığından niye şüphe etmemiz gerektiği konusunda benim Ekim Devrimi’nin 100. yılı münasebetiyle yazdığım yazılara bakılabilir. Sonuç olarak bireyci anarşistlerin ifade özgürlüğü konusunda ortodoks sosyalistlerden daha samimi ve daha tutarlı olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Gelgelelim küfrü ve hakareti ifade özgürlüğü içinde görme yaklaşımı bana çok mantıklı ve isabetli görünmüyor. Kanaatim odur ki küfür ve hakaret ifade özgürlüğü sınırları içinde görülmemesi gereken durumlardır. Bunun gerekçeleri şöyle sıralanabilir ve açıklanabilir.
- Küfür ve hakaret bir fikrin açıklanması veya bir fikrin eleştirilmesi anlamına gelmez. Küfür ve hakaret olsa olsa büyük veya küçük hayal kırıklıklarını ve hedef alınan fikrin belki de ciddiye alınmayacak kadar değersiz ve manasız olduğunu ifade etmek için kullanılabilir. Ancak çoğu durumda küfür ve hakaret yoluna başvuran kişi o fikri niçin değersiz ve yanlış bulduğunu açıklamıyor, sadece öyle düşündüğünü yansıtıyor. Bu çerçevede küfür ve hakaret onlara başvuranın fikrî gelişimini de engeller.
- Küfür ve hakaret kolayca ad hominem argümantasyona dönüşebilir. Ad hominem argümantasyon sağlıklı ve verimli fikir alışverişlerinde bir işe yaramayacak bir tarzdır. Fikirlerle uğraşmak yerine onları dile getirenlerin kişisel özellikleriyle uğraşmayı ve onlardan yola çıkarak hedef alınan fikri çürütme sonucunu verme ihtimâli olmayan bir yola girişi teşvik edecektir.
- Küfür ve hakaret taraflar arasında sağlıklı bir fikir alışverişinin vuku bulmasını engeller ve dolayısıyla genelleşmesi hâlinde fikir ve görüşlerin yarıştırılması değil küfür ve hakaretlerin yarıştırılması gibi bir netice verir. Bu da her ülkede ihtiyaç olan kamusal müzakereyi baltalar. İnsanları fikirler üzerinde toptan veya parça parça ayrıntılı düşünmek yerine küfür ve hakaret yoluyla birbirlerini dışlamaya iter ve birbirleriyle diyalog kurma imkânına çelme takar. Bu yüzden küfür ve hakaretlerin ortada uçuştuğu sözde tartışmalardan hiç kimse hiçbir şey öğrenemez. Daha doğrusu karşılıklı küfürleşeme ve hakaret yağdırma tartışma ortamı yaratmaz, tartışma imkânlarını budar.
- Küfür ve hakaret fikirde kötüleri iyiler, üslupta zayıfları güçlüler karşısında avantajlı hâle getirir. Küfredene ve hakaret edene aynı şekilde karşılık verme yolu açıktır ama bu o yolun herkes tarafından kullanılabileceği anlamına gelmez. Şöyle ifade edelim, bir nobody ile bir somebody arasındaki ilişkide nobody istediği gibi küfür ve hakaret etme yoluna başvurabilir ama aynısı somebody tarafından yapılamayabilir. Kişinin mizacı buna elvermiyor olabilir. Somebody’nin cevaben de olsa küfür ve hakaret yoluna başvurması onu toplum nazarında itibar kaybına uğratabilir. Bu yüzden küfür ve hakaretin ağırlıklı olduğu her yerde ve ortamda küfürbazlar ve hakaretçiler hak edilmemiş bir avantaja sahip olabilir.
İfade özgürlüğünün sınırsız olamayacağı hemen her demokratik ülkede ifade özgürlüğü davaları olmasından da belli. Meselâ, bir banka hakkında kasıtlı ve bilinçli olarak batıyor söylentileri çıkartmak o bankanın gerçekten batmasına neden olabilir. Bunu engellemek için hukuki düzenlemeler yapılmıştır. Bir diğer mesele millî güvenlik gerekçeleriyle ifade özgürlüğüne getirilen kısıtlamalardır. Geçenlerde MİT elemanlarının isimlerini açıkladıkları için hapse mahkûm edilen ve kondukları cezaevinden koronavirüs izniyle çıkartılan gazetecilerin ve ABD örneğinde E. Snowden ve J. Assange‘ın durumları buna örnek olarak verilebilir. Benzer şekilde küfür ve hakareti ifade özgürlüğü dışında tutan düzenlemeler birçok demokratik ülkede mevcut.
Ancak, küfür ve hakaretin ifade özgürlüğü kapsamında görülemeyecek olmasının vurgulanması bu konuda her vakaya hemen uygulanabilecek hazır şablonlara sahip olunduğu anlamına gelmez. Ülkeden ülkeye ve aynı ülke içinde zamandan zamana şartlar ve durumlar değişebilir. Mesela mecburî askerlik karşıtı söylemin toplumda savaş zamanında ve barış zamanında farklı tepkiler görmesi beklenebilir. Küfür ve hakaretin ifade özgürlüğüne dâhil olmadığı fikri yaygınlaştıkça insanlar ortalama bakışa göre küfür ve hakaret teşkil etmeyecek ifadeler için yargının yolunu tutabilir. İşte bu gibi durumlara karşı uyanık olmak ve kural olarak ifade özgürlüğünü daraltacak değil genişletecek şekilde olayları yorumlamaya çalışmak demokratik bir ülkede hem yargının hem de toplumun yapması gereken şeydir. Aksi takdirde aşırı genişletilmiş küfür ve hakaret kavramları da ifade özgürlüğü önünde bir engel olma durumuna gelebilir.