4+4+4: Eğitim özelleştirilmeli mi?

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, ‘eğitimde özel okullardan hizmet satın alacağız’ ifadelerinden sonra Maliye Bakanı Mehmet Şimşek yaptığı bir açıklamada; ‘Özel okulların eğitim sistemimizdeki payının yüzde 2 düzeyinde olduğunu bunun yüzde 20’lere çıkması gerektiğini ifade etti. Ayrıca Sayın Şimşek; öğrenci başına eğitimde kullanılması kaydıyla 1500 lira verildiğinde durumu müsait olan vatandaşımız üstüne bir miktar daha koyup çocuğunu özel okulda okutabilir bu da bizim yükümüzü azaltmış olur’ dedi. Sayın Atilla Yayla’nın ifadesiyle özellikle eğitim ve sağlık konuları hassas ve hisleri harekete geçiren konulardır. Bu bakımdan kimse ülkenin zengin olup olmadığına bakmaksızın bu hizmetlerden isteyenin istediği kadar faydalanmasını talep eder. Ancak Sayın Yayla özellikle eğitimin diğer boyutlarına ilaveten aynı zamanda iktisadi bir konu olduğunun altını çizer. Çünkü eğitim için araç-gereç ve personel kısmı doğrudan doğruya iktisadi maldır. Ve bu mallar olmadan -Türkiye gibi zengin olmayan bir ülkede- eğitim hizmetleri sağlanamaz.

Türkiye’de eğitim herkesten temin edilen vergilerle finanse edilen dolayısıyla devlet tekelinde zorunlu ve ücretsiz bir hizmet olarak sunulan bir faaliyettir. Ancak üzülerek ifade etmek gerekir ki mevcut finansman sistemiyle eğitimin ekonomiye dayalı birçok sorunları giderilememektedir. Bu da her geçen gün kamusal eğitimde kalite düşüşlerine neden olmaktadır. Buna rağmen günümüzde devletlerin eğitim faaliyetlerini zorunlu ve ücretsiz sunmalarını destekleyen/meşrulaştıran birtakım argümanlar öne sürülmektedir. Eğitimin zorunlu ve ücretsiz sunulmasını meşrulaştıran argümanlardan en yaygın olanları; sosyal ve ekonomik dışsallık, yoksullar yararına, okuryazar oranını arttırma ve suç oranını düşürmedir. Tam da bu noktada bazı sorulara cevap vermek durumundayız. Devletin eğitime müdahalesinin haklı gerekçeleri var mıdır? Kamusal eğitim gerçekten yoksullar yararına dönük bir hizmet midir? Bu anlamda eğitim özelleştirilmeli mi? Öncelikle devletin eğitim faaliyetlerini destekleyen argümanlardan en yaygın olanı ile başlayalım.

Dışsallık argümanı;

Kamusal eğitim hizmetlerini savunanlar eğitimin sadece bireye değil içinde yaşadığı topluma da fayda sağladığını aynı zamanda bunun ekonomik verimliliği de arttırdığını düşünürler. Bu bakımdan eğitimin pozitif dışsallık ürettiğini savunarak devletin eğitime müdahalesini haklı görürler. Ne var ki bu konuda yapılan birtakım araştırmalar ve elimizdeki somut veriler devletin eğitime müdahalesini haklı görenleri yanıltacak cinsten. Örneğin 2002 yılında Psacharopoulus ve Patrinos’un yaptığı bir araştırma eğitimin özel getirisinin sosyal getirisinden daha fazla olduğunu göstermektedir. Araştırmada OECD ülkeleri sosyal getiri oranı; ilkokul düzeyinde 8,5 iken özel getiri oranı 13,5, ortaokul sosyal getiri oranı 9,4’e karşılık özel getiri oranı 11,3, lise düzeyi sosyal getiri oranı 8,5’e karşılık özel getiri oranı 11,6 olarak tespit edilmiştir.

Diğer taraftan eğitimin toplumsal birliği sağladığı, çatışmayı önleyip toplumda hoşgörü ve huzur ortamı sağladığına dair pozitif dışsallıklarında bir geçerliliği yoktur. Ülkemizden örnek verecek olursak; yıllardır devlet tekelinde tek bir anlayışa dayalı sunulan eğitim faaliyetlerinin toplumda ciddi bir hoşgörü kültürü yaratamadığını bilakis yıllardır farklı kültür, inanç ve mezheplere dayalı köklü toplumsal sorunların oluşmasına zemin hazırladığını ifade edebiliriz.

Eğitimin verimliliği artırması, zenginleşmeyi ve refahı getireceği dolayısıyla toplumun tümüne yardımda bulunduğu görüşüne David Friedman ‘fiziksel sermaye de verimliliği arttırır o zaman buradan tüm yatırımların, verimi artıracak her şeyin sübvanse edilmesi gerektiği sonucunu mu çıkarmalıyız’ diyerek bu görüşe karşı çıkar. Friedman örneğin arabanın işçilere çalışma için daha fazla zaman, işe gidip gelmek için ise daha az zaman imkânı sunduğu gerçeğinden yola çıkarak o takdirde araba üretiminin de sübvanse edilmesi gerektiğini ifade eder. Aslında Friedman buradan yola çıkarak verimi arttıracak olan her şeyin sübvanse edilmesi sorunuyla karşı karşıya kaldığımızı bizlere hatırlatır. Bu durumda da sürekli neleri vergilendirmemiz gerektiği konusunu konuşacağız.

Yoksullar yararına mı?

Devletin eğitimi tek elden yürütmesinin daha çok yoksullar yararına dönük bir hizmet olarak görülmesi de yanıltıcıdır. Çünkü bu konuda düşük gelirli kesimleri kollamayı he-defleyen eğitimde devlet müdahalesi politikasının sonuçta orta ve üst sınıflara kaynak transferine dönüştüğüne ilişkin çeşitli araştırmalar bulunmaktadır. Örneğin Rozada ve Menendez’in 2002 yıllarında Arjantin’de yaptığı bir araştırma dikkat çekicidir. Araştırma sonucunda Arjantin’de üniversiteye giden bireylerin gelir diliminin en üst kısımlarında yer alan, yüksek eğitimli ailelerden geldikleri tespit edilmiştir. Ücretsiz eğitimin verildiği kamu üniversitelerine giden öğrencilerin yüzde 90’ı, kişi başına düşen aile gelirleri ortalamasının da üstünde olanlarıdır.

Benzer bir araştırma ülkemizde de yapılmıştır. Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden biri olan ODTÜ İktisat Bölümü öğrencileri arasında yapılan bir ankette; “Öğrencilerin yüzde 50’den fazlasının orta ve orta-üstü gelire sahip ailelerden geldiği, yüzde 67’sinin ailesine ait bir evi, yüzde 64’ünün ailesine ait bir arabası olduğu tespit edilmiştir. Öğrencilerin yüzde 94’ü ise üniversite sınavı öncesi dershaneye gitmiştir. Hatta yüzde 83’ü iki veya daha fazla dönem dershaneye devam etmişlerdir.” (Fikret Şenses, ODTÜ Gelişim Dergisi, 2005) Yapılan benzer araştırmalara göre devlet okullarından dersha-neye gitmeden üniversiteye gelenlerin sayısı yok denecek kadar azdır.

Devletin eğitim hizmeti sunmasının gerekliliğine dair öne sürülen bir diğer önemli argüman da kamusal eğitimin suç oranını düşürdüğüdür. Cehaletin suçlu ürettiği bir gerçektir ne var ki eğitimin daha nitelikli suçlular ürettiği de bir gerçektir. Bugün yüksek tahsil yapanların da örneğin yolsuzluk, hırsızlık, organ mafyası, adam öldürme ve darbe isteme gibi bir yığın insan hakları suçlarına karıştıkları görülmektedir. Ayrıca bir suçlu için en iyi okul hapishane olmasına rağmen birçok suçlunun hapisten çıktıktan sonra tekrar benzer bir suça bulaştığı da ayrıca üzerinde durulması gereken bir başka konudur.

Ailenin yerine devlet seçiyor

Kamusal eğitimin bir önemli yararının çocukları için eğitim türünü seçemeyecek kadar bilinçsiz olan aileleri yardımda bulunmak olduğu ifade edilir. Bu düşünce Türkiye’de özellikle bazı kesimler tarafından savunulan yaygın bir kanaattir. Buna göre devlet, ailelerin çocukları için öğrenmesini istediği bilgiler yerine -ailelerin bilinçsizliği dikkate alınarak- ailelerin yerine kendi istediği bilgileri öğretilmesini daha yerinde bulur. Ve eğitim sistemini de bu anlayış doğrultusunda dizayn eder. Oysa bu, bireyin tercihleri doğrultusunda daha özgürlükçü bir anlayışla şekil bulan bir eğitimle en az bir kuşak sonra ortadan kalkabilecek bir sorundur. Kaldı ki bugün ülkemizde bazı derneklerin özellikle aile eğitimine dönük verdiği seminerler ve bu alanda sarf ettikleri gayretler de bu duruma ciddi katkı sağlamaktadır. Kısacası aileleri çocukları için eğitim türünü seçemeyecek kadar bilinçsiz bulma düşüncesi pekte ikna edici bir argüman değildir.

Eğitim özelleştirilmeli

Bilindiği gibi ülkemizde eğitim büyük ölçüde devlet tarafından sunulmakta, finanse edilmekte ve denetlenmektedir. Ne var ki devletin eğitime müdahale etmesinin pek de haklı gerekçeleri bulunmamaktadır. Üstelik kamusal eğitimin başarılı olduğu da iddia edilemez. Bu bakımdan devlet okullarının kötü performansı dershaneler aracılığıyla kapatılmak istenmektedir. Diğer taraftan eğitim mevcut finansman modeli marifetiyle daha çok üst gelirli ailelere dönük ayrıcalıklı bir duruma da dönüşmektedir. Bu durumda yapılacak en doğru şey eğitimin büyük ölçüde özelleştirilmesidir. Eğitimin özelleştirilmesinin ailelerin seçenek imkânlarını arttıracağı bir gerçektir. Eğitimin bir cazibe merkezi haline gelebilmesi için özelleştirilmesi yani farklı kesimlerin kendi okullarını kendi bildikleri yoldan açabilmeleri sağlanmalıdır.

Devlet, ‘serbest eğitim piyasasında’ oluşacak olan eğitim türlerinden birini seçen ailelere sırf burada harcanması şartıyla mali destek imkânı sunabilir. Mesleki eğitim için Milton Friedman ‘İnsan sermayesine yapılan bir yatırımdır’ der. Neticede bireyin ekonomik üretkenliğini arttırmak için işlev görür. Bu bakımdan özellikle mesleki eğitim için de devlet bireye karşılıksız destek yerine sonradan ödenmesi koşuluyla bir miktar mali destek sunmalıdır. Özel teşebbüsün gittikçe büyümeye başladığı ülkemizde eğitimin hâlâ devlet tekelinde standart bir hizmet olarak sunuluyor olması birçok kalite sorununu da beraberinde getirmektedir. Öncelikle kimse kötü performansın sonuçlarından tam anlamıyla sorumlu tutulmamaktadır. Aileler ise eğitim bedava bir hizmet olarak sunulduğundan olsa gerek eğitim süreçlerinde ciddi denetleyici rol üstelenemiyorlar. Ve karar alma mekanizmalarına da dâhil olamıyorlar. Vergi ödedikleri halde eğitim desteği alamayan özel okullarda ise aileler aynı zamanda eğitim satın aldıkları kurumda ciddi bir denetleyici rol üstlendiklerinden bu kurumlar kamu okullarına göre daha başarılı olmaktadırlar.

AK Parti döneminde sağlık alanında gerçekleştirilen sağlık hizmetinin büyük oranda özel sektörden alınmasını öngören ve işe yarayan uygulama eğitim sektöründe de işlerlik kazandırılabilir. Diğer taraftan bugün rekabetçi piyasa ekonomisinin sunduğu farklı tercihlerle insanlar düşük maliyetle kaliteli hizmetler satın alabilmektedir. Örneğin bugün insanlar neredeyse 20-30 TL’ye kadar varan fiyatlarla uçak yolculuğu yapabilmektedirler. Keza her gün telefonlarımız cazip kampanya mesajlarıyla dolup taşmakta. Firmalar her gelir düzeyine uygun çeşitli paketler hazırlayarak iletişim alanında mükemmele yakın hizmetler sunmaktadırlar. Aslında serbest piyasa, düşük maliyetle yüksek kalitenin elde edildiği, yeni fikirlerin ve icatların geliştirildiği dolayısıyla tüketicinin her türlü talebinin giderildiği, farklı iş imkânlarının ve alanlarının yaratıldığı en önemlisi de özgürlükçü bir anlayışın gelişmesine katkı sunduğu ortamlar sunmaktadır insanlara. Bu bakımdan eğitimin büyük ölçüde özelleştirilmesinde fayda vardır.

* LDT Eğitim Politikaları Araştırma Merkezi Koordinatörü

ufukcoskunn@gmail.com

Yeni Şafak, 28 Nisan 2012

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et