31 Mart 2019’da mahalli idareler seçimleri yapıldı. Seçim sonuçlarına ilişkin İstanbul Büyükşehir seçimlerindeki itiraz süreci hariç, yorum yapılabile-cek bir veri setiyle karşı karşıyayız.
31 Mart 2019’da mahalli idareler seçimleri yapıldı. Seçim sonuçlarına ilişkin İstanbul Büyükşehir seçimlerindeki itiraz süreci hariç, yorum yapılabile-cek bir veri setiyle karşı karşıyayız. Demokrasilerde kitleler ve seçmenler bilgeliği ve sağduyuyu temsil ederler. Bu bakımdan seçim sonuçlarının analizi ve her siyasi aktörün bu analizden dersler çıkarması hayati derecede önemlidir. Bu dersi çıkaranların ve doğru uygulayanların seçmenin takdirini kazanması, bunu yapmayan veya yapamayanların ise müstakbel seçimlerde daha fazla ders alması kaçınılmazdır. Şimdi önce 31 Mart seçimlerinin nasıl tasnif edilebileceğine, sonra da siyasi aktörler açısından değerlendirilmesine geçelim. 31 Mart seçiminin, Cumhurbaşkanlığı sisteminden sonra yapılan ilk mahalli idareler seçimi ve ittifaklar altında yapılan neredeyse ilk seçim olması dolayısıyla tasnif, değerlendirme ve mukayese zorluklarının altını çizerek başlayalım.
31 Mart’ı nasıl tasnif edebiliriz?
1. 31 Mart seçimleri “kurucu” seçim midir?
31 Mart seçimleri Cumhurbaşkanlığı sistemine geçtikten sonra ve onun yerleşip uygulanmasını etkileyecek bir seçim olduğu için bir tür “kurucu” seçimin devamı olarak değerlendirilebilir. Bir başka deyişle 31 Mart seçimleri, mahalli idareler seçimi olmasına rağmen 24 Haziran 2018 de yapılan kurucu seçimin devamı ve teyidi anlamına gelmektedir.
2. 31 Mart seçimleri “normal” bir seçim midir?
31 Mart seçimleri Türkiye genelindeki oy oranları ve iktidarı değiştirmemesi bakımından eski eğilimlerin büyük ölçüde devam ettiği normal bir seçim olarak değerlendirilebilir.
3. 31 Mart seçimleri “kritik” bir seçim midir?
31 Mart seçimleri iktidarı değiştirecek ve siyasi parti tabanlarında kaymaya yol açan bir seçim olmadığı için, “kritik” olarak değerlendirilemez. Ancak seçimin sonuçları farklı olsaydı, 31 Mart seçimlerinin böyle bir potansiyeli mevcuttu.
4. 31 Mart seçimleri “anormal”, bir tür “sapma” seçimi midir?
31 Mart seçimleri herhangi bir sebeple, mesela ekonomik krizle dramatik oy değişikliğinin olduğu, partilerin sosyal tabanlarının kaydığı bir seçim olarak değerlendirilemez. Bunun istisnası Doğu ve Güneydoğudaki bazı il ve ilçelerde uzun süren HDP hegemonyasının çökmesidir.
5. 31 Mart seçmenleri “parti bağlarını zayıflatan” bir seçim midir?
31 Mart seçimlerinin bazı büyükşehirlerde bazı adaylarının kendi partilerinden az veya çok oy alması bakımından farklılıklar arz etse de seç-menlerin parti bağlarının zayıfladığını söylemek bakımından ihtiyatlı olmak gerekse de, ittifak sisteminin bu istikamette işlemesi mümkündür. Genel olarak bu söylenmese de, bazı yerlerdeki seçimleri partilerle seçmen arasındaki bağın zayıflaması olarak yorumlanması mümkündür.
Erdoğan “İstikrar kazandı”
Cumhur İttifakının ülke genelinde yüzde 52’ye yakın oy almış olması, Türkiye’de bir erken seçim ve meşruiyet tartışmasının önünü kesecek bir set teşkil ediyor. Cumhur İttifakının mu-halefetin yanında, FETÖ, PKK terör örgütü, ABD başta olmak üzere Batı’nın artan tazyiğine ve ekonomik türbülansa rağmen alınan bu oyun açık bir başarı olduğu ortadadır. Cumhur İttifakının bu başarısı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın temsil ettiği yürütmeye 2023 yılına kadar seçimsiz 4,5 yıllık bir istikrar ve reform döneminin kapısını aralamıştır. Bu 4,5 yıl 24 Haziran 2018 yılında tam anlamıyla yürürlüğe giren Cumhurbaşkanlığı sisteminin oturması ve vaat edilen avantajlarının hayata geçebileceği bir uygulama dönemi anlamına geliyor. Bu 4,5 yılda bir seçim olmaması AK Parti ve MHP’ye, parti içindeki problemlerin aşılması, yenilenme ve değişme için iktidar avantajı sunmaktadır. 4,5 yıl, ekonomideki türbülansı aşabilmek için üzerinde seçim baskısı olmadan tedbir ve reformların önünü açmıştır. Siyasi ve ekonomik istikrarın devamı Türkiye’yi dış politikadaki müzakere ve pazarlıklarda avantajlı hale getirmiştir. Türkiye ile prob-lemi olan ülkeler ve bilhassa ABD, 4,5 yıl daha Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığında yönetilecek bir Türkiye gerçeği ile karşı karşıyadır.
Türkiye genelindeki seçim sonuçları Türkiye’deki siyaset merkezinin tahkim edildiği, merkezkaç güçlerin zayıfladığı bir dönemin kapısını araladı. Bölgesel ve küresel krizlerin arttığı bir dönemde, Türkiye’nin siyaset merkezinin dağılmaması ve siyasi istikrarın devam etmesinin verdiği avantaj iyi kullanılmalıdır.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da HDP oylarındaki ciddi düşüş ve HDP’nin kendisi açısından kritik il ve ilçeleri açık farklarla kaybetmesi seçimin sürprizi olmuştur. 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra yüzde 13 oylana HDP’nin o zamanki eş genel başkanlarından Selahattin Demirtaş Türkiye kamuoyuna Türkiyelilik mesajı verirken parti ve örgüt tabanına Özgür Gündem’de verdiği röportajla stratejik hedeflerinin bölgedeki diğer siyasi parti-leri tamamen bölgeden silmek olarak tanımlıyordu. Aradan geçen 4 yıllık zaman içerisinde HDP bu stratejik hedefe ulaşmada tam anlamıyla başarı-sızlığa uğramıştır. PKK’nın özerklik adıyla başlattığı şiddet kampanyasından ağır bir mağlubiyet yaşaması ve sonrasında yürütülen terörle mücadeley-le bölgede inşa ettiği 40 yıllık ağının tamamen tahrip olması onu her hatasında destekleyen HDP’ye de ağır bir sosyal ve siyasi maliyet yükle-di. Bölgedeki siyasi kampanyalarına destek görmeyen HDP/BDP 31 Mart’ta ağır bir siyasi fatura ödedi. Bu faturada PKK/HDP hataları kadar, devletin terörle mücadele gösterdiği özen, merkezi yönetim ve HDP’li belediyelerin yerine tayin edilen kayyumların hizmetleri de rol oynamış oldu. HDP/PKK’nın hataları, devletin terörle mücadeledeki başarısı, güvenlik kuvvetlerinin vatandaşlara karşı gösterdiği özen, kimlikçi politika karşısındaki hizmet siyaseti Doğu ve Güneydoğudaki siyasi iklimi değiştirdi. AK Parti’nin ve Erdoğan’ın Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da açıkça gözlemlenen başarısı, artan oy oranın ötesinde AK Parti ve Erdoğan’a ülkenin bütünlüğünü temsil ve temin etmek bakımından bir özgül ağırlık veriyor. Türkiye’nin seçim sonuçlarının verdiği moralle terörle mücadelede ivmeyi arttırması ve PKK’nın yurt dışındaki yapılanmasının tasfiyesine ağırlık vermesi isabetli olacaktır.
HDP Doğu ve Güneydoğu’da açık başarısızlığının yanında, Batı’da seçimlerde Millet İttifakının adaylarını resmi olmayan bir şekilde ama açıkça destekledi. Bu desteğin Millet İttifakı-nın başarısının ardındaki desteklerden bir olduğu söyleniyor. Ancak bu desteğin HDP seçmenin bir kısmında “partiye bağlılık ve sadakati” uzun vadede zayıflatması mümkündür. HDP belki Cumhur İttifakının adaylarının seçilmemesi ve geriletilmesi stratejik hedeflerine kısa vadede ulaşmış olsa bile, bunun orta ve uzun vadede HDP seçmenin sadakatini zayıflatmak ve bu ittifakı tercih etmeyenleri de partiden uzaklaştırmak gibi maliyetlerle karşılaşacaktır.
Millet İttifakı umutlandı ama…
Millet İttifakı, CHP ve İyi Parti’nin yanında HDP’nin resmi olmayan kayıt dışı desteği ve Saadet Partisi’nin dirsek temasıyla kurduğu ittifaklarla özellikle Ankara ve İstanbul’da ciddi oy alabildi. Ancak Türkiye genelinde beklediği oy yükselişini yakalayamadı. Bu başarı CHP ve İyi Parti’de yaşanan parti içi hesaplaşmaya odaklı 1 Nisan sendromunu sona erdirdi. Ancak iki partinin ittifak sistemindeki başarıları partilerin iç problemlerini derin dondurucuya kaldırsa da, çözmedi. Dolayısıyla iki parti de, Millet İttifakının kompozisyonundaki
“uyumsuzluk” yükünü orta ve uzun vadede üzerlerinde hissedecekler. Bu yükün Millet Partisinin dışarıdaki iki üyesi olan HDP ve Saadet Partisi üzerinde de ciddi bir baskı oluşturması kuvvetle muhtemeldir. CHP’nin parti çizgisi dışından gelen iki ismin Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu ile ilişkileri de parti üzerinde bir probleme dönüşecektir. Sonuçlar kesinleşmemekle beraber eğer bu iki isim belediye başkanı olursa, belediye yönetimleri üzerindeki sürtüşme veya parti örgütünün baskısı 1989 SHP ve İSKİ skandalına benzer problemleri doğurabilir. Millet İttifakı’nın büyükşehirlerde umutlanması, bu çevrelerdeki seçime, sandığa ve demokrasiye güvensizliği rehabilite edebilir. Millet İttifakı bu hattan yürümez, HDP ve sol marjinal çevrelerin tahrikleriyle yeniden “gezi/sokak ruhu”na dönerse, ittifakın dağılmasının ötesinde parti içi meselelerin derin dondurucudan çıkması ve krize dönüşmesi muhtemeldir.
Vesayetin sonu mu?
Cumhur İttifakı içinde liderlikle ilgili bir problem gözükmemekle beraber, AK Parti ve MHP için parti teşkilatı ve parti etrafındaki aydınlar konu-ları çözülmesi gereken problemler olarak ortaya çıkmaktadır. 31 Mart seçimlerinde sandık görevlileri ve müşahitler düzeyinde yaşanan boşluk ve tecrübesizlikler bu problemin ne kadar ciddi sonuçlara gebe olduğunu göstermiştir. İki parti de içeride oluşan muhalefeti ve eleştirileri, bölünme yerine parti içi dinamizmi arttıracak bir enerjiye dönüştürecek yolu bulmak zorundalar. AK Parti için temel problem, şimdilik 17 yıllık, 2023’teki seçim yılında 20 yıllık iktidarın parti ve bürokraside oluşturabileceği oligarşik yapıyı bölünmeye sebep olmadan yenileyebilmek. MHP de İyi Parti’nin kopuşuyla yaşadığı kadro ve teşkilat açığını kapamak zorunda. AK Parti kendisini iktidara taşıyan dinamiklerden biri olan elit dolaşımını devam ettirmek ve nitelikli hale getirmek zorunda. AK Parti’nin vesayet sistemini yıkarken ve yeni sistemin kaba inşaatını yaparken gösterdiği başarıyı, şimdi ince işçilik ve iç mimariyle devam ettirmesi gerekiyor. Bu daha nitelikli bir kadro, kurumsallaşma ve yeniden toplumun bütün kesimleriyle ilişki kur-mak anlamına geliyor. İki parti için bir başka problem de, bütün bunları ittifakı bozmadan yapabilmekte yatıyor…
31 Mart seçimleri, Türkiye’nin içerideki vesayet sisteminin çöktüğü son beş yıllık mücadele döneminin sonu olarak değerlendirilebilir mi?
30 Mart 2014’den bu yana devam eden yedi etaplı seçim maratonu bitti mi? Seçimlerin Türkiye ortalaması bu sorulara evet cevabını vermemiz mümkün kılıyor. Türkiye’nin siyasi istikrar içinde reformlara ve dış politika gündemine dönerken, siyasi partilerin iç muhasebe ve yeniden yapılan-maya dönmesi için önümüzde altın kıymetinde bir 4,5 yıl var…
Star, Açık Görüş, 6 Nisan 2019